Thursday 30 September 2010

Wednesday 29 September 2010

yoo haayır

yok hayır ben hikaye de yazamıyorum senaryo da. bu kaçıncı denemem. nasıl senaryo yazılır'la ilgili kitaplar okumadım evet ama derdim o tekniğe gelmeden evvel bir öykü oluşturmak yalnızca. ha deyince yazılmıyor ve bir derdim olması gerekiyor ama sıra dert bulmaya gelince nasıl bu kadar boş bi sayfa haline geliyorum ki ben? varolan bi hikayeyi analiz edebilir, ıncığını çıkarabilir, geliştirebilirim ama sıfırdan yapamıyorum. cover parçalar yapabiliyor, farklı versiyonlar hatta belki birçok farklı biçimde yeniden yaratabiliyorum ama iş beste yapmaya gelince duruyorum. duruyor muyum yapamıyor muyum? kadından besteci olmaz kafası. işte ben. çok tuhafıma gidiyor bu durum....
eskiden resim çizerdim..
eskiden dediğim, çok eskiden. 1986 - 1987.
ne oldu sonra?
uzaylılar sikti herhalde.
hatta sikenler uzaylı bile değildi muhtemelen ki...
neyse.

sekiz gökçenin kendi aralarında toplanıp bir konu konuştukları, psikolojik-bilimkurgu bir komedi-gerilim senaryosu yazmaya kalktım demin.

efenim?

dedim ki psikolojik-bilimkurgu bir komedi-gerilim.

ha evet.

gökçeler'den birinin, bunalıma girme arifesinde, olayla ilgili birşeyler yapılmasını talep etmesi üzerine toplanan 8 gökçe'den 7'si. neden? efendim çünk 8.si zaten ortalarda olmaması gereken bir tanesi. hani hepsini sıfırlayan bir yutan eleman diyelim.
bunalıma girme fikri ve buna bir tedbir alıp almama, alınırsa nasıl bir tedbir alınabilirle ilgili konuşur tartışırlarken bu 7 tanesi. tam vazcayıp dağılacaklarken, 8.gökçe'nin etrafta olduğunu hissederler.
8.gökçe'den hep canavarmış gibi bahsedilir. çıtırtılar duyulur, gök gürler, efenim deprem olur, yok sel basar, örümcekler koşar filan.

e sona?

bilmiyorum işte.
sonrasını bırak, buraya kadar nedir ki bu? :s
...işte sonra bunlar absürd biçimlerde silahlanmaya başlarlar. kalaşnikof falan..
burdan sonrasını aksiyon olarak devam ettirmek isterdim.
ama amaç bulmak gerekir en azından.

hm?

yani neden silahlanıyorlar? o 8.gökçe'yi öldürecekler mi? buna yetkileri olmadığı belirtiliyor evvelki konuşmalarda. neden yetkileri yok? e çünkü aslında hepsi birlikte varolabiliyorlar ya da bilgileri bunu söylüyor.

8.gökçe'nin tehlikasi nedir?

8.gökçe'nin tehlikesi,yutan eleman olması. yani bu, hani tüm 7 gökçe oluşurken araya sıkışan parçacıklardan doğmuş bir canvar ama gene de gökçe tabii. (gibi bi klişe) internet çöplüğü gibi. ve onun hep varola geldiği kranlıkta yaşması lazım ki dengeler kaymasın. bi garip(zavallı anlamındaki garip) süper kahramanlar hikayesi.

bunalımın sebebi 8.gökçe mi?

yok hayır. alakası yok. o 8.gökçe, kontrol altında tutulması gereken, aksi taktirde diğer 7sini yok edip sadece kendisini var edecek bir güç. canaval. bunalımın nedeni dışardan. nedenini bilmiyoruz bilmemiz de gerekmiyor. fakat çözüm aranan sorun, gökçeyi dışardan tehdit eden bunalımken, bunlar kendi bunalımlarına, korkularına yani 8.gökçe'ya takılıyorlar. bunalım tehdidini yok sayanlar var aralarında ama 8.gökçe'den korkmayanı yok.

peki 8.gökçe'yle savaştırırsan bunları, ne biliim yıkık dökük bir evde (işte bilinçaltı klişesi), 8.gökçe'yi öldürürler mi? yüzleşirler mi? ya da 8.gökçe diye bişey yok mu?

hmm...öldürememeleri gerekir. bleeerviç tribi diyosun...olabilir. ama eğer içteki 7 gökçe'nin de bir bilinç altı hayaleti olursa 8.gökçe, o zaman iç içe bilinçaltı haline gelir. bu ne demektir bilemiyorum :s
ve daha ziyade saçmalıyormuşum gibi geliyor.

orası muhakkak. yani saçmalayıp saçmalamadığını ben de bilmiyorum ama saçmalamaktan korktuğun açık. sen hep gözetlendiğini sanıyor gibisin.

evet bence de öyle. küçükken de hiç ağız tadıyla günlük yazamamışımdır. her daim "biri okursa" kaygısıyla yazmışımdır. sokakta yürürken de kendimi başka kamera açılarından görmekten alamamışımdır kendimi. e bu yüzden oyuncu olmak en doğalı geliyor olsa gerek herhalde gibi sanki.

çok harika mantık...

karnım acıktı..

peki "senaryona" dönersek, neden yazıyorsun böyle birşeyi?

ıı..bilmem :s yani sanırım birşey yazmak ve onu film haline getirmek ve içinde yer almak istiyorum.

senin olmayan bir filmde oynamak..yetmez miydi mesela?

yok. yani o başka..sanki. bilmem...sanki yazabilirmişim ve yaratabilirmişim de yapmıyormuşum gibi geliyor. şu, çağımızın nevrotik kişiliği kitabındaki, ilgiyi arzuyu şunu bunu bulamayınca kendini yoğun aktivitelere boğan nevrotik tip gibi. belki de tek açıklaması budur. belki de zorlamamalıyım..ama o zaman çarpıntı başlar.

tamam bi dakka. sakin ol. bununla ilgili olup olmaması..bence çok da önemli diil.
yani...yaratmak ya da bişiler yapmak istemenin psikolojik nedenini bilmek...her zaman işine yarayacak birşey değil. yani demek istediğim, psikolojik nedeni bu olsa bile, yani bu doğru bir değerlendirmeyse bile senin için, belki de gerçekten iyi gelecek olan budur sana. e o zaman yap..dii mi?

evet ben de bunu düşünmüştüm ama yapamıyorum işte.
ben hep kendimi, yazar değil de oyuncu; besteci değil de yorumcu olarak görme meylindeyim. erkek değil de kadın.

oha..

şey...ve bunu bu meyilde görüyor olmam da beni sinir ediyor. sinir oluyorum. yapabilsem sanki kırılacak bişeyler, iyi olucak..mesela geçen sene miydi yazın, ufuk bana bi hikaye girişi vermişti bunu devam ettir demişti. ben buna kafayı taktım, tüm gün başından kalkmayıp, kendime bi müzik seçip onu ripiite alıp, konsantrasyonumu zorla kuvvetlendirerek, sigaralar falan içerek bitirdim yazdım. sonra üzerinden geçtim, düzlettim filan biraz. önce iyi gibi geldi fakat sonra...evet sonra -ki bu benim başat problemlerimden işte- çok, kötü olduğunu düşündüm yazdığım şeyin :S

hm hm

ve mesela..az evvel tekrar okudum onu..
fena diil. kötü diil. ama iyi de diil sanki..sahici mi diil. ama bişeyler de diyor yalancı değil..
:s işte..değerlendiremiyorum bile.

kendine inanmaman kötü tabii. neden kendinin arkasında durmuyorsun ki?

e olmuyor! yani bak. oyunculuk konusunda arkamda dururum, sonuna kadar da savunurum çünkü ne yaptığımı bildiğimi düşünüyorum. araştıryorum ve didikliyorum ve kendime acımasız davranıyorum, onun yolu açık. fakat hikaye yaratma konusunda aynı şey olmuyor. daha baştan ketliyim..ve hatta kitliyim diyelim......aslında..hani beste yapacaktım ya..şu tasarım ve müzik vörkşopundan döndüğüm anda gerçekten başlasaydım keşke. çünkü müzikte de aynı şeyi yaparken yaparken -yani hep cover yaparken yaparken- kendimi bi üst, bi dış halkaya taşımayı becerebilirsem. bu beni doğru anlamda cesaretlendirebilir gibime geliyor..

evet bence de. bence de unutma o projeyi. yap bunu. yaratma süreci senin bu blogda yazdığın gibi tek atımlık olmuyor malesef. o da gerçek bişi ama senin istediğin şu hikaye oluşturma ya da tasarlama meselesi için mutlaka çok katmanlı ve tekrar tekrar düşünmek gerekiyor.

bence de..

evet...

peki..

evet..

ehehe

hm:)

napiim ben şimdi? :s

ııı..

yazmaya devam mı etsem?

...

yani psikolojik-bilimkurgu komedi-gerilim senaryoma? :s

ha bu arada

bu arada ha
evo bahisleri kapanmıştır.
biletlerinizi kontrol ediniz.

adaya

adaya geldim.
bir süredir şehir içinde dolanıyor olmak ne yormuş.
yolda adaya geliyor olma hissi bile uzuuuuuuuun süre içinde yavaaaş yavaaaaş sıçmak gibi rahatlattı.
adaya doğru yolda olmak.
bir alışılmadık sessizlik ki kendi nefesimin sesini duymanın yanı sıra bu ses beni rehatsız bile etti.
birbirine çarparak nefesimin sesini kulağıma ileten hava partiküllerine teşekkür edelim hadi.
sessizliğe de teşekkür edelim. daha kötüsü olabilirdi. mesela...çok fazla...daha..fazla sessiz olabilirdi! ya da daha kötüsü...sessizlik hiç olmıyabilirdi! ya öyle bir...ou nou.. düşünmesi bile..ürkütücü.
tamam kökçe ya.

neyse. içimde güzelcene bir boşluk var. şimdi ben bişeyler yazmak istiyorum. bir hikaye. ya da birkaç hikaye işte neyse. 

yağmur geliyor.
çayı koyiim.
bugün sakalım uzasın ve de bennn sakallarımın uzamasının sesini işiteyim.

Sunday 26 September 2010

sabah sabah girdi güvercinler şarkıya re minör melodikten:

"rimski korsakov! rimski korsakov!.....rimski korsakov!

Saturday 25 September 2010

al pacino

by ufuk aksoy

Friday 24 September 2010

evo

ev arıyorum.
ama ucuz.
çok u.
olmadı birinin yanında da çıkabilirim.
odama kapanırım çişimi de kumuma yaparım temizimdir.
ama beni ellemicen.

olur mu?

duydun mu?
alou?

kim sen ordaki?


neyse ciddiyim ben.

Thursday 23 September 2010

Tuesday 21 September 2010

fotoğ blogumu açtım


buraya sadece fotoğrafları* koymaya karar verdim.

http://gokcefoto.blogspot.com/


*derken, işe yarayanları tabii

Friday 17 September 2010

intihar-ı cinayet

intihar etmek istiyorum ama aslında cinayet işlemek. temiz ve sessiz bir şekilde hayatıma son vermek değil de kendimi parçalara ayırmak. kesip biçmek. kafası diyarsıza kaymış yaşlı bir kokonanın çantasını düzenlemesi gibi. en küçük parçama kadar itinayla kesip onları düzenlemek. kollar bir yana, kirpikler bir yana, gözler bir yana, göz kapakları başka bir yana, tırnaklar bir köşeye, diz kapakları ayrı bir köşeye, saçlar yumak halinde bir köşeye kanlı etli kafa derisiyle birlikte, dizleri sökük bacaklar kalçadan ayak bileklerine kadar hafif kırık bir biçimde bir yerde. tırnaksız parmaklar, kesilerek ayrılmış oldukları ellerin yakınında bir yerlerde. bilekten kesilmiş eller ve ayaklar başka bir köşede. yanaklar kesilmiş yan yana ortada, dudaklar araları bir iki santim yanaklardan uzakta bir yerde. kaşlar saçlara yakın bir köşede alt alta. burun ayak parmaklarının yanında. ayak parmakları, ayaklardan uzakta hepi bi yerde. kalça lobları yanakların yakınında yan yana kan revan. boyun temiz bir şekilde omuzlardan ve kafadan ayrılmış dik bir şekilde bir diğer köşeye. memeler omuzdan sarkar halde, gövde uzun bir uğraş sonrası iman tahtasından milimetrik bir biçimde ikiye bölünmüş; belden yukarsı dik bir biçimde oturtulmuş köşelere. gövdenin arkası boş. sırt ayrıca kesilip yere serilmiş post gibi, kıvrımların bozulmamasına özen gösterilerek.

YENİ EVİMİN GİRİŞİNE DİZMİŞİM KENDİMİ İTİNAYLA PARÇALARA AYIRIP!

Thursday 16 September 2010

ve son olarak..



..biraz dinlenmeye bırakıyoruz harflerimizi
çünkü harfler de uyur.

sonra harflerimizi kurumaya bırakıyoruz

önce harfleri ılık suya yatırıyoruz



tipografide kocakarı çözümleri

Wednesday 15 September 2010

smekmabiççap

bundan sonra böyle.




ve sonunda para bitmişti.
yapacak fazla birşey yoktu.
beklemek.
ölmeden önce

beklemek.

münster anısı



2010 münster.
gerçek sarhoş bir gece.
özellikle de buraaaaak çoook sarhoştuuuu.
gerçi ben de kötü çizilmiş korkunç çocuk illüstrasyonu gibi değil miyim şu sol üstteki karede?
ha?

içinden içeru




yaz başı.
1- neslihanda gökçe
2- gökçede seda ve alakasız bi adam

hepbi yandan



yaz başı.
seda ve hasan.
"sanat parkı" üstleri.

Saturday 11 September 2010

blues make me green

sabah vidyosu

sürerken





1- Fikret sefasını sürerken
2- Misket sefasını sürerken popodan
3- Ben ceviz yiyip Bergman izlerken Fikret de benim sefamı sürerken

dilek a la franse

Thursday 9 September 2010

bico

bico, nedenini bilemediğimiz (fakat bişeyden kaçarken bi yerlerden düşmüş olabileceğini tahmin ettiğimiz) bir şekilde yaralanmış. iki köpek dişi de dudağının içine girmiş. fazla dokundurtmadığı için dişleri yanaktan çıkarabilmek ve antibiyotik iğnesini yapabilmek için bayıltıldı. şimdi iyi. ayılırkenki saçmalamalarını da hatırlamıyor, reddediyor.

Tuesday 7 September 2010

spor salonu

inanmazsın

spor salonuna başladım.

hayatımda ilk kez.

allah allah

neyse

Sunday 5 September 2010

autumn sonata



evvelsi geceki rüyamda tuhaf birşey oldu.
kendi rüyamda sıkıldım!
uzuuun bir rüyaydı ve ben o rüyanın içinde öyle sıkıldım ki.

boş bir evdeyim. yanımda büyük gözlüklü, kızıl saçlı beyaz tenli, saçları iki yandan örgülü, mazbut sıkıcı bir kızcağız var ve bu boş evin her boş odasına girdiğimizde bana dakikalarca hiç ilgilenmediğim şeyler anlatıyor. offff çok sıkılıyorum ama kızı kırmak istemediğim için de herşeyi dinlemeye devam ediyorum. saatleeeer sürdü rüya. tuhaftı.

sonra bunun, bikaç gün önce izlediğim bergman filminden mülhem olduğunu düşündüm. autumn sonata filmindeki kız'ın (liv ullman) en eskiz haliyle rüyama girişiydi bu sanırım. o kızın o sıkıcı kasvetli ama bi şekilde aydınlık hali bana bizim aileden birilerini hatırlatmıştı, bunu düşünüp geçtiğimi hatırlıyorum filmi izlerken. geçip gitmiş kafamdan fekat bilinçaltım tarafından tutulup alehimde kullanılmış.

rüya altı alt rüya

dün gece rüyamda annemin öldüğünü gördüm. ani bir şekilde haberini alıyordum. korkunç bir çaresizlik hissi, bunu anlatmak çok güç fakat rüyada hissettiğim, devamı gelemeyen kesik ve histerik ağlamalar ve spazm halinde büyüyen o çaresizlik duygusunun karşılığı, kısa bir süre içinde içimin hiç tanımadığım bir enerji tarafından dolup patlayarak yok olmam gibiydi. evet sanki patlayacaktım. vücudum içerden dışa doğru zorlanan bi balon gibiydi. korkunçtu. çok ağladım ve üstelik boşalamadan ağladım saatlerce.
bir sonraki rüyada ise uyandığımı ve bu seferkinin gerçek, bir öncekinin rüya olduğunu gördüm. anneannem vardı rüyada. bana uzak bir masanın üzerini siliyordu ve beni görmüyor gibiydi, hiç göz göze gelmedik. sanki başka filmlerdeymişiz gibi.
ve annemin bana, zamanında "hah hah bi bakmışsın anneannenden önce ölürmüşüm" şeklinde tatsız bir "espri" (rüyada böyle geçiyor) yaptığını hatırlıyorum ve masa silem anneanneme bakınca annemin ölümün gerçek olduğunu anlıyorum. "rüya diilmiş gerçekmiş" sendromu. yüz katı bir sıkışıklık.
elbette hiçbir rüyada rüyada olduğumu bilmiyorum fakat ikincisinde, birincisinin rüya olduğunu farketmek o ikinciyi gerçek sanmak için bir kanıt haline geliyor. aynı acıyı daha da katmerli yaşa böylece..
gerçekten patlayarak öleceğimi zannettim.
ölmüş anneannemi orda masa silerken görmek bile beni rüyada olduğuma ayıltamadı ve ben rüyada "bu gerçeğe" alışmaya çalıştım deli danalar gibi..
sonra alakasız bir biçimde uyandım.badem'i, dertop olmuş yorganı ve yatak sırtlığını gördüm. suratım kasılmıştı, kaşlarım çatılmış. yanımda annemin olduğunu görünce rüyayı hatırladım.
yüzeye ulaşamamış yani rüya. göz yaşı yok. rüya içindeki gerçekliğin içine hapis bi biçimde ölücektim rüyada acıdan. fakat uyandığımda annemin gerçeğiyle ya da yaşıyor olmasıyla bir alakam yoktu.
fakat annemi görüp rüyayı hatırlayınca biraz soğuk hava dalgasına çarpmış gibi oldum. üşüdüm de. kötü hissettim rüyadaki kadar olmasa da..

...

rüyanın dili, yani görsel dili de manidar. ben ki ne küçük detayına kadar tasarlamış olduğum rüyaları birebir hatırlarım, bu iki rüyada herşey eksikti: annemin ölüm haberi geliyor bana bir şekilde ama hiçbir biçimde "neden öldü? nasıl öldü? kim söyledi bana? şimdi napıcam?" gibi sorular yok. ya da bulunduğum ortamın detayları yok. sanki bi sokaktayım ama yarısı çizilmemiş ve boyanmamış bir sayfada gibiyim. gerçekten rüyayı beyaz bir sayfaya yaratıyormuşum gibi, rüya ortamında beyazlıklar vardı. ikincide de anneannem, sildiği masa bikaç ot ve gerisi beyazlık, yarım yamalak.
hiçbir detay yok. direkt acıya konsantre. o acının tanımı var yalnız, "al bununla baş et" dercesine. "başka detaya takılma. acın bu. bununla başet."

doğaçlama konusu verir gibi..

burak'la burgaz'da bir gün






1- fakyu biç
2- burgaz
3- bremen bızıkacılar
4- sanatsal

Thursday 2 September 2010

macbert



sabah beş buçukta uyandım.
istanbul turuncuydu mavi göğe doğru.
pencerenin dışını izledim biraz.
altıda kalktım.
eylül ayının "kış geliyor ne güzel değil mi?" deyip gülümsediği sabahlardan biriydi geneeeee.
kazağımı giydim, çay koydum ve başladım macbeth okumaya.
ve macbeth'ten kendime tişörte basılası laflar aparttım, aşağıdaki gibidir:

- iyi demek kötü demek, kötü demek iyi demek (üç cadılar hep beraber)

- kelimeler ateşine su serper eylemin (macbeth)

- gidiyorum, bitti bu iş (macbeth)

- uyuyanlar ve ölüler birer resimdir sadece! (lady macbeth)

- kendimi bilmemek daha iyi
ne yaptığımı bilmektense (macbeth)

- tekir kedi tam üç kez miyavladı (birinci cadı)

- şehvet düşkünlüğü bir tabiat zorbalığıdır (macduff)

- ben umutlarımı yitirdim de geldim (macduff)


isteyene tişört yapılır..

-