Friday 31 December 2010

zrrr

dııt...dıııt...dııııt

trık - alo?

-- alo. naber?

- iyi yau...senden naber?

-- iyidir işte. napıyosun yılbaşı yılbaşı?

- yau evdeyim ya. bana..

-- ha sen kutlamıyanlardansın tahmin ettim

- bana herhangi bi yılın başı gibi gelmiyo be. trt türk izliyorum.

--hadi be? ne var ki?

- yau adı sanı belirsiz bi program var. 70lerden eski parçalar çalıyo. görüntülü de. hoşuma gitti.

-- hadi be..

- ha valla. şarkı türkü.. işte barış manço, yok seyyal taner hatta ayla algan, neşet ertaş öle takılıo ortaya karışık. iyi geldi ne biliim.

-- haa..

- bi de sirkeye çalan bi angora buldum evde. onu içiyorum. artık yarına baş ağrısı olacak ama olsun napalım ehheh

-- iyimiş be abi.

- haa işte. bak şimdi ibrahim tatlıses çıktı. haha sen hatırlarsın muhsin bey'i.

-- tabii canım hatırlamam mı. kaç kere izledim.

- o geliyo aklıma yau. şu adamın şu siyah beyaz haline bak nası masum nası çemiş. bi de şimdiki haline bak.

-- hehheh. tabii be abi. tam muhsin bey hakkaten.

- ee? sen neler yapıyorsun?

-- valla benim de bişi yaptığım yok be abi. öle bi sesini duyiim diye aramıştım.

- ha

-- benim de işte bi... küçük çeviri işi var, onu yapıyorum ara ara.

- oyun mu gene?

-- haa. dedlaynı da çok acil diil. yapabildiğim gibi yapıyorum işte

- iyi bari.

-- haa. bi de bi oyun yazıyorum şimdi.

- hadi? ne zamandır?

-- yau işte bi üç ay oldu. aslında ana hatları çıktı da, takıldığım bikaç nokta var. onları da halledicem işte bir aya en geç.

- ee nedir durum? yani yazıyosun da..

-- yau işte ışılla konuştum da sıcak baktı.

- haa? o nerelerde yau? kaç zamandır çıkmadı sesi soluğu. ben de aramadım gerçi de.. ehheh ünlü insan olunca ordan burdan alıyodum haberlerini, şimdi o da yok. nerlerde ki?

-- istanbul'a geliyo bu aralar. bi ara verdi o bi bişiler oldu ben de tam bilmiyorum. ama işte şimdi gene başlicak deli danalar gibi çalışmaya. o öyle biliyosun. bi anda bi sürü iş üstüste yapmazsa rahat edemiyor

- evet evet biliyorum ehheh o öyle. ee?

-- ışıl okudu bir. bu benim yazdığım şeyi. tamam dedi bitir bi bakalım dedi. yani açıkçası istiyo anladığım kadarıyla bişiler yapmak.

- e ne güzel işte.

-- abi ben senden bişi rica edicektim.

- hah buyur

-- bi gün gelsen de konuşsak şu oyun üstüne.

- tabii. tabii gelirim. hemen yarın gelirim istersen hatta. nasılolsa gece bize kısa hehhehheh

-- aa çok iyi olur ya.

- tamam. yarın sabah gelirim çayını içmeye.

-- tamam abicim. o zaman görüşürüz.

- tamam görüşürüz. iyi ki aradın hadi. iyi geceler.

-- iyi geceler abicim..

simba 2

hir ay introdüus yu agen: auır lavli simba!



Thursday 30 December 2010

ofis karısı Hale




figüranlar:

lekeli ceketim
ufurkun bisikleti
bu sabah yol kenarında bulduğum güzel bi cam (çif cam)

kuaförcü olucam kuaförcü aççam


ya da sınıfıma yaraşır bir deneysellikle
kendi saçını kendin kırpabileceğin
araç gerecin olduğu
şahane deneysel
süperüstü dahiyane,
ööle bööle feşınıbıl olmayan,
yaratıcı ötesi
bir "mekan" açayım ben en iyisi.

ay aklıma şu film geldi.
yok çok alakasız da
geldi işte.
neydi adı?
hani şu, her tür inancı her tür trivi yaşam biçimini sik/lip atan genç çocuk.
sokaklarda yaşayan ve iki kızın evine gelen
ve sonra bacağı kırılan ama gene de yerleşik ve güvenli bi hayatı reddedip sokaklara düşen.
söyle adını?

neydi adı filmin?

ingiliz.

Tuesday 28 December 2010

simba

hir ay introdüus yu:  simba

ıslak rüya ve

rüyamda eski taş bir binanın içinde silahlı bir kovalamaca içindeydim. oraya da bir dolmuşla varıyordum. yanımda da ekürim vardı kimdi hatırlamıyorum. bina güzeldi, ahşap trabzanlı döne döne inen geniş merdivenleri vardı. ve merdivenlerin dündüğü apartıman ortası da boşluk. anladın mı? o eski taş apartımanlardan işte. katlarda çiçekler filan.
neyse kovaladığımız iki tane yavru kedi. biri gri ve kısır diğer siyah ve yuvarlak taşaklı. onlar da silahlılar. onlar kaçıyor biz kovalıyoruz (bi zamandır izlediğimiz fringe dizisinden ve dün gece bir saniyeliğine gördüğüm halisünasyondan* mülhem olacak) dan dun silah milah koşturmaca aksiyon. sonra gri olan kaçıyor mu yakalıyor muyuz neyse, siyah olansa merdivenin trabzanının düz geldiği bir yerde üstüne çıkıp içinden (ama biz duyuyoruz içimizden) "size yakalanacağıma ölürüm daha iyi!"  deyip atlıyor. apartımanın en üst katında filanız. öleceği kesin yani. ben bunu görünce hıçkırıklara boğularak ağlamaya ve koşa düşe aşağıya inmeye başlıyorum. ortağım bana şaşırıyor (kimse o ortak artık) fakat öyle bir ağlamak ki, nefesim tıkanıyor. şelale olup akasım geliyor. o sıkışma uyandırdı beni rüyadan. suratım büzüşmüş gözlerimde ağlama öncesi bir ısınma, burnumun içinde o göz yaşartan gerilme. uyandım ve ağlamaya başladım. yatağa oturdum bayağ bayağ ağlıyorum. nedeni kayboldu ama. rüyada siyah yavruya ağladığım çok açıktı. uyandığımda o duygu yok oldu, ağlamanın kendisi kaldı. ilk aklıma gelen dün şahika'nın bize "ölümü bekliyen, konuşma yasaklı tutuklu beş kişi" doğaçlamasını anlatırken sınıfa girdiğimde midemin nasıl kasıldığı ve sonraki süreçte de içimin sıkıştığı hissi geldi.** rüyayı fiziksel olarak bileşenlerine ayırmak mümkün (siyah kedi=halisünasyon, ölüm sıkıntı=dünkü doğaçlama, koşuşturma, silah, polisçilik, silahlı kedi = fringe, taşaklı olanla kısır olanın neye karşılık geldiğini bilemiyorum yalnız) fakat benim içerde ne anlama geldiğini bilmiyorum. pek araştırasım da yok. ağladım bir de nasıl olsa. benim sık sık nefes aldığımı duyunca Emel masadan bana bi "mrrk" deyip yanıma geldi, mırr mırr mırr kucağıma yattı sesin geldiği yere, gözlerime burnuma baktı elimi kolumu yaladı. bu noktada annemin bana eskiden anlattığı şey geldi aklıma: annem küçükken bir kedisi varmış ve bu hayvan (annemin anlattığına göre) annem her ağladığında gelip elini yalar, miyavlar suratına bakarmış; "beni teselli ederdi" derdi annem. bunun üzerine de aklıma national geographic'teki köpeklere fısıldıyan adam Cesar geldi. Cesar'ın fazla duygusal insanları, köpekleri insanlaştırarak davranan insanları nasıl eğittiğini düşündüm ve farkettim ki annemin bu hikayesi de, eskiden tartışmadan kabul ettiğim şeyleri arasında sıkışmış kalmış. aklıma gelmemiş onu ordan çıkarıp bi gözden geçirmek. anladın mı?
yani, bu olay annemin bana anlattığı gibi duruyormuş kafamın içinde. yani kafamın içine girsen benden gizli ve dolaşsan, orda annemin anlattığı ve tarafımdan yorumlanmayıp direkt oraya öylecene konulmuş haliyle bulurdun ve benim de "ağlıyan insanı teselli eden kedilere" inandığımı düşünürdün.
unutmuşum onu orda.


evet evet bi daralma var yollarda bugün ben de çok karmaşık konuştuğumu düşünüyorum ama
şu yazdığımı baştan okuyup da hataları düzeltmek de gelmiyor bu sefer içimden. çıktığı haliyle.

neyse işte özellikle kötü hissettiğinde kendini koruma refleksi daha da yoğunlaşıyor, duyguları kontrol edecek berraklığı yitiriyor zihin çünkü muhtemelen adrenalin, tirinilin, kemtoramin ve daha pir sürü adını bilmeyip sallayacağım hormondu, sıvıydı, gazdı artarak ya da eksilerek seni - bir nevi- uyuşturuyor ya da zehirliyor, dolayısıyla "kimyasal" olarak da düşünmek, mantık kullanmak, riizınıbıl olmak gibi işlevlerini gerçekleştiremiyorsun, geçici bir süre için servis dışı oluyorlar. sıvılarda yüzüyorlar, kafalar güzel. işte o zaman "taaaam da o anda" yanında gelen ve gözlerine bakıp elini yalıyan kedinin seni teselli etmekten başka hiçbirrr şey yapmadığına emin olabiliyorsun ve bu da sana kesinlikle iyi geliyor. bir anda  değerler eskihaline gelmeye başlıyor sakinliyorsun. yani aslında, kendi hayali çözümünü bulmuş oluyorsun. bu tip şeylere inanarak semptomatik tedavini kendi kendine yapmış oluyorsun. yani...bunların her birini birer tutunacak dal ve inanç haline getirmedikçe, hayali olduğunu tedavi sonrasında kavrayabildikçe bence bir mahzuru yok (buna benzer birşeyi ben bi kere daha yazmıştım ama kim bilir 840 post içersinde nerde).

falan..



* karanlıkta balkon penceresinden düşmek üzere olan siyah bir yavru kedi gördüm sadece bir ya da iki saniyeliğine. bi de gittim baktım üstelik.

** konu kasmış olabilir. ben oturduğum yerden ölüm beklemeyi denemişimdir. ya da sahnede olmak için can atıp olamadığım için sıkışmışımdır. bişey.

tekir beyazla ben




Monday 27 December 2010

Friday 24 December 2010

Lachenmann ve Sam Shepard

Dal Niente dinleyerek Aç Sınıfın Laneti'ni okumak.
isabetli bir seçim olmuş.
tohaf bi şekilde müzikteki "boşluklar", yani eslerden söz etmiyorum
zira bir de boşluklar var müzikte, oyundaki boşluklarla ve eslerle örtüşüyormuş gibi geldi birçok yerde. özellikle boşluklar örtüşüyordu. belki her ikisinde de işlevi aynıydı; yani gerilimse gerilim, nefesse nefes, boşluksa boşluk.

filan.

Thursday 23 December 2010

fearless fish hunters

new album out now


kedispa

Wednesday 22 December 2010

OKUMADAN GEÇME!!!Lütfen bize yardım edin!!!!!


OĞLUM VE BEN ORTADA KALDIK.
BİZİ YANINA ALIP SICAK BİR YUVA SAĞLAYABİLECEK BİRİNİ ARIYORUZ.
ÇOK ÇARESİZİZ.

besle beni ufuk baba




o kalıyor

desktop





ufuk uyur ki

kimi zaman reddeden
kapalı
fakat kararlı,




kimi zamansaaa
dua eden
rıza diliyen
merhametli.

Sunday 19 December 2010

yani

Friday 17 December 2010

her sabah




aynı...

bakın, 
bu hayvanlara yer bulmam lazım. kış olmasa salmışdım ama kar kış soğukta salamam takdir edersin ki. sekiz kişiler ve her yerdeler, bir insanın bi bacağına aynı anda kaç kedi tırmanabilir ki!!!! her yere sıçıyollar ve evin kedisi gerginlikten ölecek, arka odadan yemek yemeğe çıktı mıdı yavru dövmekten yemek yiyemiyor bile,
öyle bir düzen.

YARDIM EDİN BANAAAA! 
Bİ YAVRU DA SEN AL! ŞŞ SEN! SANA DİYOM EVET! EVET ŞAPKALI! HADİ

Thursday 16 December 2010

sabah oldu


üçü gecenin



hayatımın ikinci flamenko rumba konserinden eve döndüm bakvokal olarak. artık sesim kısılmıyor. izleyen az insan olunca kucak dolusu başarısızlık yaşadık aslında. benim hoşuma gitti bu yaşadık durumu...ikinci yarıda bilmediğim şarkıları bi köşesinden yakalayıp ikinci ses girdim n2apayım sıkılayım mı ki?
şimdi kucağımda, sahne elbisemi itinayla delik deşik etmekte olan bir adet tekir ve sağ omzumda da tüm ağırlığını omzuma bırakmış ve teslim olmuş olmasına rağmen 10 gramdan daha ağır olamayan bir sarman yavru mevcut.

sahnede manuyu nasıl trans halinde izlediğimi
ancak bazı bazı transtan aniden "çat" diye yere düştüğüm anlarda farkettim bu akşam.
tuhaf bir hayranlık. sanki hem benim ama hem de benim olmayan ve nedense geçmişe -ki benim geçmişimden daha eskisine sanki- ait bir hayranlık gibi geldi nedense. tabiri caizse naftalin kokulu. anladın?

ama çok güzel.

aklıma, sonuna kadar okumadığım ama sonun "son" gibi olmadğını önceden görebildiğim "eşlik" oyunu metni geliyor beckett'in şimdi. beckett okumayalı çoook oldu. dediğim...ben beckett okumuştum orta okulda. yani okumuştum dediğim, devamlı okumuştum. o bi dönem, bana iyi gelen tek şey onun hissiz kokusuz ağırlığıydı. enerjik ama bitmiş. ölü ama kaybetmeyen. bi garip iyi gelirdi. molloy'u çok çok severdim. cebinde taş biriktiren işte. çok çok okumuştum. tekrar tekrar okur, onunla uykuya dalardım. başka türlü uyuyamazdım bir ara.

sonra ne oldu?

bilmiyorum.

sonra virginia geliyor aklıma. ki yarım kalıyor her seferinde ve bu çok açık.
şu benim şahika'nın gerçek vs. hayal varlık tasarımı ödevine yaptığım "şey"i bi tamamlamam gerekiyor. metni bulmam gerekiyor. ses...eşlik.. mükemmel bir eşlik ama...

evet aynı nokta..aynı nokta..ama..

dur bakalım.

gökçe?
















- efendim?



hiç.

Monday 13 December 2010

vipassana!

  "May all beings be happy"
S. N. Goenka






 "May the force be with you"



Yoda D'Kana