rüyamda eski taş bir binanın içinde silahlı bir kovalamaca içindeydim. oraya da bir dolmuşla varıyordum. yanımda da ekürim vardı kimdi hatırlamıyorum. bina güzeldi, ahşap trabzanlı döne döne inen geniş merdivenleri vardı. ve merdivenlerin dündüğü apartıman ortası da boşluk. anladın mı? o eski taş apartımanlardan işte. katlarda çiçekler filan.
neyse kovaladığımız iki tane yavru kedi. biri gri ve kısır diğer siyah ve yuvarlak taşaklı. onlar da silahlılar. onlar kaçıyor biz kovalıyoruz (bi zamandır izlediğimiz fringe dizisinden ve dün gece bir saniyeliğine gördüğüm halisünasyondan* mülhem olacak) dan dun silah milah koşturmaca aksiyon. sonra gri olan kaçıyor mu yakalıyor muyuz neyse, siyah olansa merdivenin trabzanının düz geldiği bir yerde üstüne çıkıp içinden (ama biz duyuyoruz içimizden) "size yakalanacağıma ölürüm daha iyi!" deyip atlıyor. apartımanın en üst katında filanız. öleceği kesin yani. ben bunu görünce hıçkırıklara boğularak ağlamaya ve koşa düşe aşağıya inmeye başlıyorum. ortağım bana şaşırıyor (kimse o ortak artık) fakat öyle bir ağlamak ki, nefesim tıkanıyor. şelale olup akasım geliyor. o sıkışma uyandırdı beni rüyadan. suratım büzüşmüş gözlerimde ağlama öncesi bir ısınma, burnumun içinde o göz yaşartan gerilme. uyandım ve ağlamaya başladım. yatağa oturdum bayağ bayağ ağlıyorum. nedeni kayboldu ama. rüyada siyah yavruya ağladığım çok açıktı. uyandığımda o duygu yok oldu, ağlamanın kendisi kaldı. ilk aklıma gelen dün şahika'nın bize "ölümü bekliyen, konuşma yasaklı tutuklu beş kişi" doğaçlamasını anlatırken sınıfa girdiğimde midemin nasıl kasıldığı ve sonraki süreçte de içimin sıkıştığı hissi geldi.** rüyayı fiziksel olarak bileşenlerine ayırmak mümkün (siyah kedi=halisünasyon, ölüm sıkıntı=dünkü doğaçlama, koşuşturma, silah, polisçilik, silahlı kedi = fringe, taşaklı olanla kısır olanın neye karşılık geldiğini bilemiyorum yalnız) fakat benim içerde ne anlama geldiğini bilmiyorum. pek araştırasım da yok. ağladım bir de nasıl olsa. benim sık sık nefes aldığımı duyunca Emel masadan bana bi "mrrk" deyip yanıma geldi, mırr mırr mırr kucağıma yattı sesin geldiği yere, gözlerime burnuma baktı elimi kolumu yaladı. bu noktada annemin bana eskiden anlattığı şey geldi aklıma: annem küçükken bir kedisi varmış ve bu hayvan (annemin anlattığına göre) annem her ağladığında gelip elini yalar, miyavlar suratına bakarmış; "beni teselli ederdi" derdi annem. bunun üzerine de aklıma national geographic'teki köpeklere fısıldıyan adam Cesar geldi. Cesar'ın fazla duygusal insanları, köpekleri insanlaştırarak davranan insanları nasıl eğittiğini düşündüm ve farkettim ki annemin bu hikayesi de, eskiden tartışmadan kabul ettiğim şeyleri arasında sıkışmış kalmış. aklıma gelmemiş onu ordan çıkarıp bi gözden geçirmek. anladın mı?
yani, bu olay annemin bana anlattığı gibi duruyormuş kafamın içinde. yani kafamın içine girsen benden gizli ve dolaşsan, orda annemin anlattığı ve tarafımdan yorumlanmayıp direkt oraya öylecene konulmuş haliyle bulurdun ve benim de "ağlıyan insanı teselli eden kedilere" inandığımı düşünürdün.
unutmuşum onu orda.
evet evet bi daralma var yollarda bugün ben de çok karmaşık konuştuğumu düşünüyorum ama
şu yazdığımı baştan okuyup da hataları düzeltmek de gelmiyor bu sefer içimden. çıktığı haliyle.
neyse işte özellikle kötü hissettiğinde kendini koruma refleksi daha da yoğunlaşıyor, duyguları kontrol edecek berraklığı yitiriyor zihin çünkü muhtemelen adrenalin, tirinilin, kemtoramin ve daha pir sürü adını bilmeyip sallayacağım hormondu, sıvıydı, gazdı artarak ya da eksilerek seni - bir nevi- uyuşturuyor ya da zehirliyor, dolayısıyla "kimyasal" olarak da düşünmek, mantık kullanmak, riizınıbıl olmak gibi işlevlerini gerçekleştiremiyorsun, geçici bir süre için servis dışı oluyorlar. sıvılarda yüzüyorlar, kafalar güzel. işte o zaman "taaaam da o anda" yanında gelen ve gözlerine bakıp elini yalıyan kedinin seni teselli etmekten başka hiçbirrr şey yapmadığına emin olabiliyorsun ve bu da sana kesinlikle iyi geliyor. bir anda değerler eskihaline gelmeye başlıyor sakinliyorsun. yani aslında, kendi hayali çözümünü bulmuş oluyorsun. bu tip şeylere inanarak semptomatik tedavini kendi kendine yapmış oluyorsun. yani...bunların her birini birer tutunacak dal ve inanç haline getirmedikçe, hayali olduğunu tedavi sonrasında kavrayabildikçe bence bir mahzuru yok (buna benzer birşeyi ben bi kere daha yazmıştım ama kim bilir 840 post içersinde nerde).
falan..
* karanlıkta balkon penceresinden düşmek üzere olan siyah bir yavru kedi gördüm sadece bir ya da iki saniyeliğine. bi de gittim baktım üstelik.
** konu kasmış olabilir. ben oturduğum yerden ölüm beklemeyi denemişimdir. ya da sahnede olmak için can atıp olamadığım için sıkışmışımdır. bişey.
Tuesday, 28 December 2010
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment