Sunday, 10 August 2008

RÜYA - göz yaşı

10.09.2008

İstanbul’da, terkedilmiş bir binadayız ben, Teoman, Yakup ve kim olduğunu bilmediğim (ya da şimdi hatırlamadığım) tombul bir kız. Terkedilmiş bina Ege ya da Akdeniz adalarından birindeki terkedilmiş binalara benziyor: her yeri beyaz, elle yapılmış gibi eğri büğrü arkları var, tepesi açık. Bir Akdeniz ışığı var rüyada.
Biz, Açıkhava’daki bir konsere gitmeye uğraşıyoruz ve yanımızda bir sürü enstruman götürmek istiyoruz. Benim burda aldığım çıkı çıkılar, davullar, keman vs. bin tane alet. Konser çıkışında müzik yapmak için yanımızda götüreceğiz fakat çok fazlalar. Elimde bir tane tekerlekli küçük çöp konteynerlerinden var, hani şu yeşil ya da sarı plastik olanlardan (Almanya’da bunlardan var en çok da). İlginç bir fonksiyonu var bu konteynerin, tutup kenarından çekince akordiyon gibi açılıyor ve ‘kat peyst’ etmişsin gibi yan yana dört konteyner oluveriyor, böylece onca şeyi taşımak için enlemesine geniş bir konteynerim oluyor. İçini tamamen dolduruyorum. Konsere neredeyse bir saat geç kalmışız zaten, Teoman ‘olmaz, çok ağır o taşıyamayız’ diyor, ben gene de inatla taşımaya çalışıyorum ve bebek arabası gibi sürmeye başlıyorum çalgıları. Açıkhava’ya varıyoruz. Rüyamdaki Açıkhava Sahnesi’ne normaldeki gibi en yüksek noktasından girilip aşağıya doğru inilmiyor, tam tersine aşağıdan giriliyor ve ilerde merdivenlerden çıkılarak Açıkhava Sahnesi’ne giriliyor. İçersi eski okul gibi yüksek tavanlı, sesler yankılanıyor, anfiteatroyu tutan uzuun sütunlar görünüyor kilise sütunları gibi ve içersi koyu ten rengi. Herkes koşturuyor, Teoman yok oluyor, sanırım konsere giriyor. Ben çalgıları bir yere bırakıp merdivenlerden çıkıyorum siyah giyinmiş kocaman badigardın yanına konuşmaya. Badigard bildiğimiz badigard, geniş, siyah, kulağında kulaklık, teller sarkıyor, siyah gözlüğü var ve ince çizgi biçiminde sakalları var (dün bana laf atan türk misali), iyi bir badigard (badigardın iyisi olur mu?). Ben derdimi anlatıyorum, badigard bana o koca konteynerle konsere giremeyeceğimi söylüyor, bu sırada ben badigardı oyalar gibi oluyorum, bundan istifade eden Yakup, arkamızdaki pencereden konser yerine çıkıyor bana gülerek el sallıyor ve ellerini cebine sokup sallana sallana gezmeye başlıyor (sonra birkaç defa camın arkasından geçtiğini gördüm) O sırada şişman kız da pencereden konser alanına çıkıyor ben onun da çıktığını görünce önce bir şaşalıyorum ‘beni yalnız mı bırakıyor yahu bunlar’ diye ama bir yandan da badigardı oyalamaya devam ediyorum ki girsinler konsere. Sonra olmaz cevabıyla tekrar merdivenlerden aşağıya iniyorum. Aşağıda gene, konsere gelmeden önce bulunduğumuz binanın odalarına benziyen beyaz sıva bir odaya giriyorum. Neredeyse denizin üstündeymişçesine bir ışık var boş odada. Telefonum çalıyor. Babam. Ben babam olduğunu anlayınca şaşkınlıktan ağzım açılıyor. Babamın sesi çok depresif geliyor, nerdeyse bayılacakmış gibi (ölü olmasın?). Bana birşeyler anlatıyor, hatırlamıyorum ne.
Ben babama ‘Baba...Ben seni çok özledim!’ deyip ağlamaya başlıyorum. Babam aynı soğuklukta konuşuyor hep (ölü olmasın?). Tam bu sırada odanın kapısına yöneliyorum ve kapının dışında, bana doğru çook yavaş adımlarla yaklaşan üç insan görüyorun, iki adam bir kadın; arkalarından da pırıl pırıl bir araba aynı yavaşlıkta yaklaşıyor. Arba çok eski model, hani şu İngiliz filmlerinde gördüklerimden, krem rengi bir araba, yuvarlak kıvrımları var, önünde de gümüş minik bir at var sanırım (ne markaysa). Ben babamla konuşurken bu garip üç insan, gözlerini benden hiç çekmeden birbirleriyle benim duyacağım bir ses yüksekliğinde, beni konuşuyorlar tam bir İngiliz ingilizcesiyle:
“ Bir zamandır böyle...Evet...Hiç iyi değil bu durum...Genelde bu tepkiyi veriyor evet”
Ben şaşkın bir biçimde konuşan adama bakıyorum. Sanki ben deliyim onlar da doktorlarmş gibi bir hava sezdim uyandıktan sonra ama o kadar da tehlike hissi vermediler rüyada.
Babama ‘ Sen burda mısın?’ diye soruyorum o da bana, burda (Açıkhava’da) öldüğü için burda kaldığını söylüyor. Ben de ağlıya ağlıya ‘geliyorum o zaman hemen’ diyorum, fakat bunu dedikten sonra, kalbimin babama gitmek için mi yoksa zaten geç kalmış olduğum ve çok görmek istediğim konser için mi tepindiğini soruyorum kendime.
Orda rüya bitti
Ve uyandığımda gözlerimden yaşlar gelmişti. Uyanıp kalan yaşları da lâv ettim.

No comments: