Tuesday 22 January 2008

abdullah abi ve ben, cilt II

Gene Paris'ten Augsburg'a bir otobüs ve gene Abdullah abi ve tabi bitmeyen hikayeler. Paris'te ilk gördüğü an gene

"Ooo teyze kızı meraba!..Bi insan bi insana bu kadar mı benzer yaau"
deyiverdi.

"Ben sana artık Dilek diyim, olur di mi?"

Dilek, teyze kızı. Gençliğine benziyormuşum, fotoğrafımı çekip göndermek istiyordu en son; anlattığı hikayeleri pür dikkat dinlerken de arada bir kesip "hah bak aynı Dilek bakıyor sanki şimdi bak" diyordu. Gene yasak olan en öndeki ayrılmış yerime yerleştirildim.

"Ne içicen? Yicek bişey yok bu sefer. Büssürü vardı hepsi bitti! Balık vardı tatlı vardı...Bi de büyük vardı. Hepsi bitti tabi bi büyükle!"

- E geçen sefer iki çayını içmiştim Aptullah abi, bu seferlik içmeyeyim birşey...

"Nee iki çay mıı! Ver borcumu o zaman! Hehehe"

Bu sefer ilk önce Ulusoy ve Varan hikayeleri geçti. Ulusoy'u polis kontrol etmezmiş, neden dedim, önceden besliyor muydu polisi?
"Yoook" dedi "süper kontrol vardı Ulusoy'da! Hergün kontrolden geçerdi arabalar, herşeyleri!"

Ulusoy'dan bıkıp Varan'a geçince, Ulusoy'un ne nimet olduğunu anlayıp geri dönmüş.

On yıl boyunca çalıştığı Ulusoy'da içkiciler varmış.

"Nereye gitsem elimle koymuş gibi bulurdum bunları! Sabah servise çıkıcam derim, YAA GEL Bİ Bİ SAAT YAUU derler, o bi saat olur sana üç saat!..Hergün bi büyük devirirdim ben o zamanlar. Hapisteyken temizlendim ben. Ondan evvel...çok fenaydım çok"

Üç kural varmış, aşırı alkol yok, aşırı hız yok, karı kız yok. Abdullah abi, ilk ikisinden yakalanıp patronun odasına kadar gitmiş ama o odaya gidişi bile afili:

"...dediler müdür seni odasına çağrıyo. Anladım tabi ben. OLUR GİDERİZ dedim. Bekliyorum müsait olsun, bi saat geçti iki saat geçti yok! Kapı kapalı! EEH DEDİM BÜTÜN GÜN BUNU MU BEKLİİCEM çıktım tam gidiyorum. ABDULLAH dedi, E NE VAR?
GEL GEL, YA NE GELİCEM ALLANI SEVERSEN, BURDA SÖYLİYEMİYO MUSUN ODAYA ÇAĞRIYOSUN!"

Öyle sevilen ve sayılan bir adammış ki bu Apo abi, öyle kolay kolay kimse ne işten atabilirmiş ne bir laf edebilirmiş.


Sonra ilk mola yerinde durduk, daha önce durmadığımız bir benzinci, Polonyalı şoför arkadaşına Disney Land'e girdim demiş (Paris'in çıkışında Disney Land'in otellerinin olduğu kocaman bir yerleşim kısmı var ve firma, bu otobüslerin her Paris çıkışı
ordaki her otele uğramasını böylece reklam yapmasını istiyor fakat bu, yolu fena halde uzatıyor. Dolayısıyla Abdullah abi gibi zeki bir insan da bundan kaytarmanın kolay yolunu buluyor: oradan geçtiği her otel için üzerinde tarih ve imza olan bir kağıt teslim etmesi gerek firmaya; bir seferinde gidip boş kağıda imzaları alıyor, sonra istediği tarihin olduğu kağıda imzayı iliştirip veriyor kağıdı böylece hiç işi olmuyor o disney saçmalığıyla) eğer her zaman gittiğimiz yerde Polonyalıyla karşılarşırsa saat erken olduğu için gitmediğini anlar da problem çıkarırsa diye.
Durduğumuz yerde indim, benzincinin ortasında şöyle bir yürüdüm. Hava nasıl ılık.
O sırada sıcak bir rüzgar esiverdi,tertemiz, geniş geniş. İçinde hem Burgaz'ın denizinin, hem toprağının kokusu...Sonra adadaki evimizin, kışın kapalı kalmaktan biriken muşamba ve ahşap kokusu. Sevinsem mi ağlasam mı bilemedim, derin derin nefes aldım esneyene kadar. Marta Koyu'nun tepesindeki kayanın üstünde olmak istedim.

Yola devam. Eh biraz nostalji müzik dinliyelim bari yau diyip bir cd koydu Abdullah abi: bülent ersoy alişan özcan deniz adamııı innnletir aşk-tam çalıyordu ki "ben seemiyorum bunu" deyip kapattı Abdullah abi:
- e neden Aptullah abi?
"babasını tanımayanı ben de tanımam!"
hadi kuzum yandan yandan yandan biz korkmaaayız canarmaadan sezen aksu şimdi banaaa kaybolann yıllarımı veeerseler orhan gencebay demet akalın yüzünü bile göörmek istemiyyoruum ben senu sevduumii da dünyalaaara bildirdum
(- kazım koyuncu da güzel söylerdi bunu
"hee ama ben kazım koyuncu da dinlemezdim, lazca söölerdi bu. e anlamıyorum ki lazca, ben anlamadığım müziği dinlemem, kürtçe de dinlemem yabancı da dinlemem"
sen iiimkansııızsın sensizlik iimmkaaansııız aaaaaaşk kenan doğulu elvedaa meeeyhaneci artık kalaaaaamıyoooorum arif susam...

- Peh dedim Abdullah abi çaldın ya bunları, senin yanında bunu söylemek de ayıp ama neyse, bi özledim ki. Sanki sandım Bodrum'a iniyoruz!

"Sorma ben geçen ağladım bizim Polonyalıya. 3 yıldır görmüyorum çocuklarımı."

...

"Geçen benim hanımın ailesinin yılbaşı yemeği oldu oraya gittim. Bizim dağmat, benim hanımın pezevenk dağmadı...Şimdi bunlar alevi, benim hanım da ailesi de, ben sünniyim ya bu bana ordan uyuz zaten. O gece de parmağını bana doğru böle sallıya sallıya bi laf etti...dedi ki bööle BU ÜLKE SENİN GİBİLER YÜZÜNDEN BU HALE GELDİ dedi bak bak bak! Ben kimim lan? Ben kimim pezevenk! Sora boşver enişte dediler oturttular beni...Şimdi bu kavat sanıyo ki ben karadenizliyim ya tayyipçi falanım, halbuki bilmiyo ki! Benim köküm halk partisine dayanıyo babam halk partiliydi rahmetli, sonra da sırasıyla kim geldiyse arkasındaydık İnönü,Ecevit..."



Ben biraz uyudum sonra. Bir süre sonra gözlerimi açtığım bir anda beni yakaladı Abdullah abi:

"eeh! Amma uyudun! Yetmedi mi! Gel otur yanıma da al şurdan bi mandalina soy da ver uykum da geldi aaa!"

İndim aşağıya oturdum muavin koltuğuna, bir yandan ince kabuklu mandalinaları soyup ikiye bölüp Abdullah abi'ye veriyorum bir yandan da dikkatle dinliyorum. İzlerken izlerken yavaş yavaş Şener Şen görmeye başladım Abdullah abi'nin suratında, sesinde Şen'e yakın bir tını aramaya başladım (bu kısımlarda ne anlattığını tam dinliyemedim tabii); buldum da! Neyse. Sonraki hikaye teyze kızı Dilek'inkiydi:

"Bunnar dört kardeşti. Babalarının böbrek yetmezliği vardı, öldü. Soradan bütün kardeşlerde çıktı böbrek yetmezliği. Bikaç sene içinde bütün kardeşler öldü annelerinden sonra, bi Dilek kaldı. Bizim köy küçük ya tabi herkes görüyo biliyo...Küçük kasaba işte...Şimdi bunun böbrek hastalığı var ya, herkes biliyo, kimsel almaz gayrı bunu"
...
"annem iyi düşünmüş, benim arkadaşım Behçet'e versek bizim Dilek'i diye...Tanıştırdık bunları. Annem bigün çekti beni kenara dedi BU BEHÇETİN İÇKİSİ VAR MI? dedim anneme BABAMIN İÇKİSİ VAR MIYDI? E VARDI. ABİLERMİN VAR MIYDI E VARDI E BENİMVAR MI E VAR SENİN DE VAR. e benden başka türlü adam bekleme! Neyse evlendi bunlar. Behçet'in alkolü var tabi ama 5te yatsa dahi 8de kalkar gider işine. İşini yapar yani"
...
"okumuş çocuk. Darüşafakalı bu. Ama yalan sölerdi bak yalansız durmazdı. O ilk geldiği vakit, ne namaz bilir ne oruç ne bayram! Okumuş dedik ama herşeyi okumamış! Bunnarı bilmezdi, soradan öörendi"

Neyse bunlar evlemiş, hemen de iki çocukları olmuş. Sonra başlamış dayak, hem Dilek'e hem çocuklara. Yok bu adam düzelmez diyordu Abdullah abi. Ayrılmışlar üç dört ay evvel. Behçet de bunlara ne para veriyor ne birşey tabi...Kalmış açıkta kızcağız.
Ordan geçtik Ajda hikayesine:

"bak bu behçet karısına el kaldırdı. olur mu öle şey! bak hanımım bana hiç gözünün üstünde kaşın var dememiştir ama ben de onu hiç utandırdım mı? utandırmadım. benim bi işim olsa bile dışarda hallederim mahalleden içeri dahi sokmam!
bi seferinde, şişli taksim dolmuş yapıyorum, bir kadın var uzun boylu sarışın, soradan öörendim ajda derlermiş buna. bikaç kere bindi benim arabaya bi gitti geldi, sora bi gün bekliyomuş bu beni ben görmedim tabi bastım gaza geçtim gittim önünden, bu arkamdan bozuk para mara fırlatmış ben gene duymadım. taksiyle yetişti sora bana
önümü kesti 'e hani dedi duymuyosun' dedi medi, neyse biz...arkadaşım yani akşam yemeğe memeğe çıkyoruz ama ben bunu hiç ne mahalleye sokuyorum ne bişey, dışarda hallediyorum işimi. Bigün, bizim hanım grip olmuş, ben de ezzaneye gittim kendime aşı vurdurttum grip aşısı, hanıma da götürücem aşıyı unuttum onuuu. marketin önünde buna rasladım, ajdaya, dedi 'nereye gidiyosun' dedim bööle bööle, bizim hanıma iğnayi unuttum tekrar geri gidicem, dedi 'dur ben yaparım iğneyi hanımına ben hemşire değil miyim?' sen dedim napıyosun burda, 'e ben dedi şurda aşaada oturuyorum', meğer bizim mahallede oturuyomuş bu! bizim kahvehane, bu geçerken herkes birden dışarı çıkarlardı seeretmek için, gördüm soora ben. Neyse. dedim 'e ne diicem ben hanıma?' e dedi, aynen söyle bööle bööle oldu sokakta konuşuyordum rastladım diye, sen git ben de 1 saate geliyorum' dedi ben gittim, hanıma anlatıım hanım tamam dedi. geldi bu yaptı aşıyı, bunlar bi muhabbet, bi komşuluk, artık eve giriyo çıkıyo bu, ben hemen kestim alakamı. olmaz artık olur mu! bu ağladı mağladı, yok! sora taşındı bizim mahalleden. marketçiye söylemiş, 'sebebim abdullahtır' demiş. 'hayatımda bir adamı sevdim, o da böyle böyle yaptı' demiş anlatmış..."

Sonra bir ara şu '94 senesinde istanbul'da otoyolda vurulan altı kişiden söz etti. Ben hatırlamadım, gene Abdullah abinin kıl payı gitmediği bir servismiş o ve otobüsten yetmiş dört kilo mal çıkmış da bunu ispiyonlayan o altı kişiyi vurmuşlar
"o Sıvaslıyı ağzından vurmuşlar o ispiyonladı heralde"

Sonra bir aralık beni sordu iki satır ve zaten şoför değişimi yapılacak garaja geldik. Geçen sefer Abdullah abi beni yasak olan ön kısma oturttu diye sorun çıkaran ve beni arka tarafa geçiren Yugoslav şoförün yerine, deri ceket ve sigara kokan Macar bir şoför geldi. Meğer Abdullah abi bunu paylamış benim yüzümden:
"Sen farketmedin o gece o o hareketi yaptı, ben nereye sıkıştırsam da bi delsem şunu diye düşünüyodum, sora çektim bi kenara söyledim, bak dedim benim oraya oturttuğum birine artık ondan sora laf söölemek sana düşmez! kardeşim o benim yaa! o ne yugoslav ne alman ne fransız! o türk! seni ispiyonlamaz o! efendi ol bak ben seni herkese iyi adam diye anlatıyorum". Bu olaydan sonra almışlar yugoslav şoförü ordan.

Bir saat sonra Abdullah abi'yi bıraktık bir otoparka,
"Bak bi dahaki sefere arıyosun Abdullah abi ben geliyorum diyosun bileti almıyosun ben hallediyorum. tamam mı"

Uyudum sonra ben biraz...