Thursday 16 December 2010

sabah oldu


üçü gecenin



hayatımın ikinci flamenko rumba konserinden eve döndüm bakvokal olarak. artık sesim kısılmıyor. izleyen az insan olunca kucak dolusu başarısızlık yaşadık aslında. benim hoşuma gitti bu yaşadık durumu...ikinci yarıda bilmediğim şarkıları bi köşesinden yakalayıp ikinci ses girdim n2apayım sıkılayım mı ki?
şimdi kucağımda, sahne elbisemi itinayla delik deşik etmekte olan bir adet tekir ve sağ omzumda da tüm ağırlığını omzuma bırakmış ve teslim olmuş olmasına rağmen 10 gramdan daha ağır olamayan bir sarman yavru mevcut.

sahnede manuyu nasıl trans halinde izlediğimi
ancak bazı bazı transtan aniden "çat" diye yere düştüğüm anlarda farkettim bu akşam.
tuhaf bir hayranlık. sanki hem benim ama hem de benim olmayan ve nedense geçmişe -ki benim geçmişimden daha eskisine sanki- ait bir hayranlık gibi geldi nedense. tabiri caizse naftalin kokulu. anladın?

ama çok güzel.

aklıma, sonuna kadar okumadığım ama sonun "son" gibi olmadğını önceden görebildiğim "eşlik" oyunu metni geliyor beckett'in şimdi. beckett okumayalı çoook oldu. dediğim...ben beckett okumuştum orta okulda. yani okumuştum dediğim, devamlı okumuştum. o bi dönem, bana iyi gelen tek şey onun hissiz kokusuz ağırlığıydı. enerjik ama bitmiş. ölü ama kaybetmeyen. bi garip iyi gelirdi. molloy'u çok çok severdim. cebinde taş biriktiren işte. çok çok okumuştum. tekrar tekrar okur, onunla uykuya dalardım. başka türlü uyuyamazdım bir ara.

sonra ne oldu?

bilmiyorum.

sonra virginia geliyor aklıma. ki yarım kalıyor her seferinde ve bu çok açık.
şu benim şahika'nın gerçek vs. hayal varlık tasarımı ödevine yaptığım "şey"i bi tamamlamam gerekiyor. metni bulmam gerekiyor. ses...eşlik.. mükemmel bir eşlik ama...

evet aynı nokta..aynı nokta..ama..

dur bakalım.

gökçe?
















- efendim?



hiç.