Friday 23 January 2009

hava çok yağmurlu

Augsburg'daki en büyük işimi de bitirdim! Volkan'a Wacom! Gidip de aldığım yer Augsburg'un dışındaydı bulana kadar ıslık sıçanı oldum. Tabii...bugüne kadar yağmamıştı yağmur ama bugün ve yarın yağmalı ki iyice zor olsun gitmek. Nitekim yağacak yarın da...Gittiğim yerdeki velet bana "arabanız var mı?" dedi, ben de ona ıslak saçlarmı gösterdim. O da ne yapacağını bilemedi. Etrafa sordu katıla katıla. Birine de cevap verirken duydum: "Niiii ganz kurz ehehha"
Sonra geldi ve "Ok i will take you back home with my car". Taşıdı da valla. Heheh. Ben de "bu küçük kıza yardım ettiğin için çok teşekkür ederim çok kibarsın" dedim. Aferim. İşte Cintiq. Nitekim benim kadar hakkaten de.

Thursday 22 January 2009

Sevgilimi bırakıyorum Augsburg'da

Bir anda kendimi çok kötü hissediyorum ben!
Gene aynı herhalde dii mi?
Ayrılıyorum diye kötü hissediyorumdur. Ama bir anda ağlamak geldi içimden. Tut! Ağlamaktan korkmak da yetti artık ama 2005ten beri...
..
Aaa..bak bak! Şimdi o sıkıntı geçiyor gibi!
A aaa!
Nasıl bir maddeyle çalışıyorum ben acaba? Yedinciye sormalı bunu.

...
Bugün Stadt Augsburg'a gidip boşu boşuna ödediğim 40 euro cezayı geri aldım. Ne iyi insanlar. Türkiye'de olsa kim bilir ne çakallıklar yapıp vermezlerdi parayı çünkü elden verilemiyormuş banka hesabıma yatacakmış ama hesabım kapanıyor...N'aaptı etti bavaryalı amca verdi kendi cebinden :)
Almanca konuştuk bu arada vallaha!
Konuşuyorum. Çatlamalı patlamalı olsa da. Anlıyorlar ne dediğimi. Ben de onları.
Nix passiert!

Çok hevesliydim, dialoğumuzu buraya yazacaktım utanmadan tüm hatalariynen ama şimdi üşendim...Şimdi üzülme mevsimindeyim... Yazamicam böyle komik şeyler...Ooof zor yahu. 1.5 sene gene de az değil alıştım...bişeylerine...

Az evel daha beterdim ama...Şuraya yazdığım ikinci paragrafa denk gelen sırada birşey oldu kimyasal yapımda...şimdi daha iyiyim. Uykum var...Sevgilimi de Augsburg'da bırakıyorum...

Kim Gökçe sevgilin kim? kim? kim?

Hangi Gökçe'ye soruyosuooon?
Üçüncüynen dördüncü habire yalan söylerler de...dikkat et.

Asıl önemlisi bu bloga ne olacak??
Ben kendimi gözetlemeye devam edeceğim elbet ama...bu blog...hiçbir fikrim yok şu anda...üzülme mevsimindeyim daha da üzülemeyceğim şimdi tam...

Bu blog bana iyi geldi oysa ki. Yazdırıyor bana...yazdırsın tabii...

neyse ben kapiim artık...görüşürüz gene...




görüşürüz gene...ne fena bir laf gibi geldi bu bana şimdi.
görüşürüz gene sen üzülme der gibi..


yeter..hadi..çok yazdı.

Gökçe bavul yap

Augsburg'daki son perşembemi bitirmek üzereyim. Cumartesi akşamı ise saat 6'da Münih'ten kalkan otobüse olanca eşyamla bineceğim. Koşturup duruyorum şu son günlerde. Nerden nereye koşturmam gerektiğini unutmayayım diye de kendime notlar yazıyorum eve gelince, evden çıkarken, evdeyken!

...ama bu son yazdığımı... ay hala gülüyorum. Yahu bu sabah evden çıkmadan kendime not yazmışım, bavul yapmayı unutmayayım diye ama...tam şimdi eve geldim, odaya bir girdim ki notu o zaman doğru okudum. hahahahahahahahahahahahahahah aaaaaay hahahahahahahahahahahahahahahahah


Wednesday 21 January 2009

bavul bisiklet



İşte Türkiye'ye dönüş paketlerimden biri! O da ne? Bir bisiklet? Asla sadece bir bisiklet değil! Tekerlekli bir gardolap! Yürüyen elbise dolabı! Aynı anda hem bisiklet hem bavul olabilen özel bir tür besliyorum ben! Budur! Nedir?! Bu!

Monday 19 January 2009

Augsburg'da son pazar siyah beyaz





Augsburg'da son pazar



Augsburg'da son pazar







1,2. Buz gömülüler
3. Buzun içinde hapis kalmış minik bir hava kabarcığı (hey gibi macroma bak bea)
4. Kuhsee'n üstü
5. Ayağımın altı göl! isimli çalışmam

Augsburg'da son pazar






1. Merdivenli sos telefonu
2. Balıkçı bisiklet
3. Martı
4. Baraj

Augsburg'da son pazar

Son pazar günümü ormanda gölde geçireyim dedim. Kuhsee'ye yürüdüm.




Hava soğuk da değildi. Göle bir vardım ki amanın! Benim baharda içine girip kurbağa yavrularıyla oynaşıp yüzdüğüm o gölün üstünde Alman milleti buz pateni, buz hokeyi ve bilimum buz sporları yapıyorlar! Çok şaşırdım ben ilk defa içine girdiğim gölün üstünde yürüdüm! Şaşkınlıktan küçük dilimi yuttum! Pek güzeldi pek. Buzun altında gölü görmeye çabaladım ayakkabımla buzun üstündeki pürüzleri parlatmaya çalışarak. Bu yaptığımı benden gayrı sadece bazı çocuklar yapıyordu elbette. Büyükler buz hokeyi ya da buz bovlingi falan gibi ciddi işlerle uğraşıyorlardı. Halbukiiii o buzun altındaaa kim bilir ne hazinelerrr, ölü canavallarrr, insan hiskeletleri vaadı! Neyse..Çok güzeldi çok! Ah...


Sunday 18 January 2009

Perişan Tilki Origamisi




Amanın ne zormuş bee! A bir saatimi aldı haline bak şunun! Perperişan tilki!
Şurdan soldaki download'a tıklayın da tutorial'ını indirip deneyin hele! Oy çok zor.

Saturday 17 January 2009

ilgililere cepıniiz kreyn (japon turnası) origamisi(japenese crane origami)




Odam turna doldu vallah! Hayalet turnlarr! Sophie'ye hedaye olur artık.

99rooms

99 odaya giriş için:

99 rooms

i love boogieman!

Augsburg'da son haftasonu. Hava pek güzel. İnsanın planöre binip dağların, göllerin üstünden uçası taklalar atası geliyor. Fakat bir yandan da bu ayrılma ve birleşme, boşalma boşalamama anksiyetesi sırasında sekiz Gökçe de ortalığa yayıldılar. Beden gevşedi saldı hepsini dışarı. Zorladılar da çıktılar.
Üçüncü ve dördüncü Gökçe sadece ve sadece bavullarla ilgilenmekteler ve yeni bavul yapmakla eskileri açıp tekrar yapmak arasında kararsızlar, kavga edip duruyorlar. Ardlarından bardak bardak su içmem gerekiyor hep.

Altıncı Gökçe biraz büyüdü burda, saçının daimi örgüsünü falan açtı. Sonra saç bandını kaybettiği için önce bir iki gün gene köşelere yatak altlarına sindi ama şimdi saçları açık uyuyor fakat bu sefer de çok uyuyor. Ev arkadaşlarım gibi aynı, sadece tuvalete gittiğinde kapıyı açıp kapamalarından hatırlıyorum varlığını. Bu sabah uyuyup uyanıp tekrar uyumamın nedeni de odur.

Ben birinci Gökçe arada aynayla karşılaştığımda kendime bakıp nerelerimin kilo aldığına verdiğine ve nasıl göründüğüme bakıyorum iki saniye ve yoluma devam ediyorum. Benim mekanlarla ilişkim var sadece:
Tuvalet: ayna, tuvalet kağıdı, tozlu lavabo, ıslak kapı kolu, birikmiş tuvalet kağıdı ruloları (onlarla da bişey yapmak lazım).
Mutfak: yapış yapış siyah beyaz zemin, yerde orda burda kuru soğan kabukları, iki milim kalınlığında akan sıcak su, nemli kurulama bezleri, bitkilere su, kötü kokan buzdolabı, kırmızı ışık, çık.
Banyo iki: küvetin nemli tozlu kenarları, lavabonun üstündeki çok yüksekte olduğu için beni hiç görmeyen ayna, küvetin köşesinden sıza sıza oluşan göl, onu silen sünger, duvara dayalı boy aynasına şarkı söyleyen birinci Gökçe, deterjan kokusu, sıcak nemli banyo kapısı kapa çık.
Yatak odam: ağır uyku kokusu, dikkat et düşme uykuya, dikkat dikkat, sadece giyin ve çık uyuma uyunmayacak!
Atölye odam: perdeleri aç güneş var, güneş güzeeeeel, bitkileri sula, 1-2-5 centlerden şekil yap masaya yeni bi tane, camın dışında dekor gibi hiç değişmeyen komşu pencereler, birinin kedisi var arada çıkıyor cama nerde o? yok, Sophie'nin özel ışıklandırması bu evde en çok sevdiğim şey, gece gündüz açık. çık.

Sekizinci Gökçe'yi, arada bir görüyorum ben ama biliyorum ki hep orda. Görseniz bana benzer bir tek yeri bile yok. Deli midir nedir hep siyah latex deri falan giyer, mutlaka peruk takar tanınmamak ister gibi...de sadece ben görüyorum onu kime tanınmamaya çalışıyor acaba? Zaten yeterince benden farklı görünüyor. Hep benim bulunduğum mekanda genelde yüksek bir yerlerin üstünde oturup bana bakar tahrik edici bir biçimde. Sana öyle bakan birine dönüp bakmaman mümkün değil. Bu kız bana aşık ya da ben onun takıntısıyım (dikkat! o benim takıntım değilll ben onunkisiyim). Es kaza dönüp de ona bakarsam, ne zaman nerde olursam olayım dikkatimi kendine çekmeyi başarıyor ve ben kendimden geçip onu izliyorum...

İkinci Gökçe kendini doğduğundan beri yaşlı olduğunu, saçlarının beyaz olduğunu falan sanıyor. Gerçi ben de arada bir saçlarını gri gibi gördüm ama...Hayatındaki herşeyi çocukların ve yaşlıların hayatlarına analog yaparak anlatır hep. Hep çocukları, yaşlıları ve hayvanları izler. Kendi kendine konuşur. Bana arada bir sorular sorar ben bazen cevap veririm bazen vermem, cevap verdiğim zamanlarda da beni dinler mi bilmiyorum. Bazen onu izlemesi zevkli oluyor, kendi kendine konuşan bir çocuk ya da yaşlıyı seyreder gibi. O bu aralar Augsburg'dan anı toplamakla meşgul. Bir gün iyi, bir gün kötü. Bir gün şarkı söylüyor başka bir gün ağzını bile açmıyor...Sanırım onu dışarı çıkarıp gezdirmemi istiyor.

Yedinci Gökçe ortalıklarda çok görünmeyenlerden. Şu sıralar kafasında planlar yapıyor sanki. Işığa çıkmıyor pek gene. Evin karanlık yerlerinde takılıyor (başkalarının odaları olsa da). O da kendi kendine konuşuyor ama onun dediklerini anlamak kolay değil çünkü o aynı zamanda yazıyor da, dolayısıyla ancak hem dinler hem okursam anlayabiliyorum ne demek istediğini. Hep yararlı oluyor bana ama. Bir yerde yakalayıp ele geçirebilir neler düşündüğünü öğrenebilirsem genelde hayatım değişiyor.

Beşinci Gökçe. Hmm beşinci gökçe..Onu pek sevmeyiz. O da bundan alır gücünü zaten. O dışarlarda olduğu zamanlar, ki çok nadiren dışarı çıkar çünkü içerden kontrol daha kolayına geliyor, diğer yedimiz pek olmayız ortalıkta. Neyse ki dışardaki havada ona dokunan birşeyler olduğu için dışarı çıksa da çok fazla duramayıp içime kaçıyor gene. Beşinci Gökçe tahmin edilebildiği üzere tehlikeli olanımız. Herkeste olandan işte. Saatlerce işkence yapabilecek, darbe yapabilecek, her kılığa girebilecek, haksızlık yapabilecek, anasını babasını sikip öldürebilecek olan. Onun ortaya çıkması benim kontrolsüzlüğümü gösterse de o aslında aramızda en kontrollümüz. Kontrolsüz güç güç değildir!Nıhahahahaha

Friday 16 January 2009

surrealismus yahoo group kapandı

surrealismus yahoo group kapandı.
son nefesini içinde tutarak kapandı.
akılcı olmayan sebeplerle ölmek en acısızı olsa gerek.
çok yaşa Andre!
acısız geber surrealismus!

Sunday 11 January 2009

Unsere Kleine Welt

Unsere Kleine Welt FH Augsburg'lu ve geçen sene de İstanbul'a erasmus yapmış olan Tom arkadaşımızın da içinde bulunduğu dört öğrenci kişi tarafından yapılmış bir kısa film. Almanca ama kara-ironik-belgesel-kısa film diyebilirim. heheh. Burda çok öğrenci var böyle eko sistem, hayvan hakları, insan hakları gibi sosyal konular üzerinde çalışan. Takdirle sunuyorum.

Unsere Kleine Welt





Saturday 10 January 2009

-16 C, nipples and a crippled right leg

öyle bu sefer ingilizce. çünkü meme ucu demekle nipple demek aynı şey değil. böyle daha iyi.
evet,
çok delirmiş kuzenimin gazıyla (1-ismi lazım değil, 2-elbet suç onun değil, her yaptığım hareketten önünde sonunda ben sorumluyum dee mi ya) bugün sabah -16 derecelik güneşli bir güne koşarak başladım. amaç 19 km. ikibuçuk saat falan ediyor 19 km koşmak. ilk 10 km iyidi, çeşitli hayaller kurarak koştuğumu unuttum. koştuğunu unutunca ne oluyor diye sorası geliyor insanın:

e gökçe, koştuğunu unutunca bir anda düşmüyor musun?

mesela. ya da

koştuğunu unutunca ne yaptığını zannediyorsun uçtuğunu mu mesela?

gibi..


bilmem. o öyle koşma durumu bir varoluş biçimi oluyor desem suratıma şarap fırlatmazsınız değil mi bayan? ya da fırlat. yalarım. neyse. koşuyorsun ama adımlarının sesini duymak yerine kulağında yüksek bir müzik var. vücudunun hareketini onaylamayan bir ses doluyor kulağından beynine. ikiye bölünüyor algın ve şaşalıyor. karar veremiyor. soğuğun da etksiyle karar vermekten vazcayıp bu hayal dünyasına bırakıveriyor kendini. sonra ancak dönüş yapmak gerekince ya da yol çok hafif de olsa yokuş yukarı olunca uyanıp koştuğunu hatırlıyor beden.
evet bu bilimsel açıklamanız için teşekkür ediyor ve sizi yerinize alıyoruz. bir yeriniz yoksa bu gece benimle kalabilirsiniz. tabii eğer masaj yapmayı biliyorsanız..

koşmaya alışmış, bir ay ara vermeden evvel, erkan oğur ya da prokofief dinleyerek hatta sadece ormanı dinleyerek koşmaya başlamıştım ama üzerinden zaman geçince seviyeyi gene düşürmek zorunda kaldım Gnarls Barkley'ye. kulağma patlıyan her öküz bas'ta hafızamı silerek yorulmamayı ve donan cigerimin buzunu çatlatmayı sağlamak içün.
o 19 km'yi 20'ye çıkarmak istedim ama son 6 km epey zorladı beni (6 km, 40 50 dakkaya tekabul edebilir). dizlerim çok acımaya başladı, acıyı bir sağ diz kapağına bir sol diz kapağına bir sağa alıp durdum. bu arada soğukta burnun akıyor, bir paket mendil bitti burun acımaya başladı. soğuğa alışık olmayınca soğuk epey bir hızını azaltıyor insanın, yorulnca artık neredeyse jogging hızına düştüm ama devam! hatt devam göçççe hatt! 19 km2de durdum. hızlanıp iki depar atıp bile bitiremedim, zaten durmacak kadar yavaşlamışım da farkında değilim. eve yürürken götümün donmuş olduğunu farkettim zira hiç birşey hissetmiyordu kendisi. eve varmak mucizeydi. oh be. duşa girdim ve kırmızı, hissiz bir üst bacak ve popo, ayrıca sıcak su deydiği anda yanan ve acıyan mor meme uçları gördüm. bu zavallıların travması 20 dakika kadar sürdü. sonra sıcak odama girdim ama o sıcak nerde yetsin, titriyoruz tabii hep beraber. sonra fönle yorganın içini ısıtıp sızmışım. uyuz kapı ziliyle uyanıp fırladım yataktan, Jürgen'le buluşmak gerek. çıktım gittim. giderken sağ diz yoklamaya başladı. gittim ki bana çikolatalı kek yapmışlar. oh. sıcağa girince bir baş ağrısı başladı hani "neresi ağrıyor?" sorusuna verecek net bir cevabın olamayacağı türden. ordan bir üç saat sonra çıktım ve eve dönüş yolunda sakat bir gökçe yürüdü augsburg sokaklarını! taklit yapıormuş gibi hissettim kendimi heh heh. ama sağ bacak iptal. kasık ve diz. dizimi kıramadığım içün sakat gibi yürümek kolayıma geldi. şimdi ağrı kesici aldım. sağ dize yok muamelesi yapıyorum. yoksa ağlıyarak dikkatimi çekmeye çalışacak. ben kafamı yastığa atıp (aslında şöyle ılık su dolu bir kovaya falan atmak daha iyi bir fikirmiş gibi geliyor ya) uyuyacağım sanırım. diz ağrısı da iki güne geçer.


işte böyle zamanlar için uzuvların çıkarılabilir ve geri takılabilir olması fantazim. ağrıyan yeri çıkarıp masaj yapıp, sıcak ya da soğuk kompres yapıp, yıkayıp kurutup ya da evde bırakıp tedavi edebilmek; acıyan yeri açıp içerden muamele yapıp kapayabilmek için. zannediyorum üçüncü diploma projesi fikrimi bunun üzerine kuracağım. sonra jüri bana soracak "ha neden ama?", ben de "bunniçin" deyip bi yumruk salliiicam.


asi sokak kedisi gibi konuştum.

olsa da yesem.