Thursday 29 May 2008

örümböcekler







1- Evimin içindeki eski bir malikâne
2- Genç örümböcek evini bizlere açtı (sanmamalı nedense makinayı farkedince içeri odalara kaçtı kendisi)(yok canım flash kullanır mıyım hiç!)
3-Augsburg ve dev örümcböcek

karagöz hacivat tasvirleri

Efendim nerdeeeen nereye. Bugün bulogerliğim üstümde. Yemek yerken (ha bu arada yemek keşfettim: sebzeli sosis yemeği, çok basit! Soğanı yağda az bir kavur, içine soyulmuş dilimlenmiş domatisi at, sonra pişme hızına göre hesapladığımız çap ölçüleriynen kestiğimiz -misal patates geç pişer küçük kesmeli, kabak çabuk pişer büyük kesmeli ki dengelensin- havuç, patates, tatlı biber ve kabakları ve de üzerine minik sosis parçalarını da atıyoruuz, üzerine de 2 3 bardak su koyuyoruuz ve hafif ateşte, kabaağı kabalı olaraktan bişmeye terkediyoruz) birşeyler izliyeyim diye dizilere bakayım dedim ve sitede 'Çok Güzel Hareketler Bunlar' diye yeni birşey gördüm. Bu isim önce bana Engin Günaydın'ı hatırlattı, ardından Tolga Çevik çağrıştırdı ve meğer yaklaşıyormuşum, Yılmaz Erdoğan'ın çaylaklarının gösterisiymiş bu. Fena değiller naçizane ama ben fikri zekice buldum asıl. Çaktırmadan tiyatro sahnesini televizyona taşımış ve aslında insanlara tiyatro seyrettirmiş oluyor Yılmaz Erdoğan. Bu iyi birşey gibi geldi bana çünkü dedim ben olsam, seyredip seyredip beğensem bu olan biteni, ardından gidip sahnede izlemek isterim. Bu iyi bir yönlendirme işte!
İlk bölümü kapatırken Yılmaz Erdoğan, Karagöz Hacivat'tan bir alıntı yaptığını belirterek şu satırları okudu ezberden:

Perde kurduk ışık yaktık
Başlayan bir gazeldir
Hüner değilse de dünyaya gelmek
Ne de güzeldir
Marifet, oynayan kim oynatan kim bilmededir
Gölgede solmadan açmayı becerebilmededir
Sürç-i lisan ettiysek aşk ola


Burdaki aşk ola hakkaten aşk ola mı, yoksa affola da Erdoğancası mı aşk ola kestiremedim, bilemedim. Ama deyiş içtenmiş evet...

Ben de bunun üstüne Karagöz Hacivat araştırdım az bir. Genelde aynı bilgiler var ortalıkta. Ezel Akay'ın 'Hacivat ile Karagöz neden öldürüldü?' filmindeki hikaye en çok rivayet edilen hikayeymiş. Yani bu ikisinin, Orhan Gazi zamanında yaşamış,gerçek isimleri Halil Hacı İvaz ile Kambur Bâli Çelebi olan, Ulucami'in inşaatında çalışan, tembel ve nüktedan olup diğer işçileri de eğlendire eğlendire işten alıkoydukları ve inşaatın bitimini geciktirdikleri için başları vurulan inşaat işçileri oldukları hikayesi (bir rivayete göre de Karagöz'ün başı vurulmuş, Hacivat ise Hacca giderken yolda ölmüş). Padişah daha sonra bunu yaptığına pişman olup çok üzülünce Şeyh Küşterî de, onu teselli etmek için başındaki sarığı çıkarıp perde diye germiş, bu iki adamın gölge oyununu yapmış padişaha. Başka bir rivayet, Karagöz ile Hacivat'ın Çin'den, bir diğeri de Hindistan'dan geldiğini savunuyormuş.Burada yazıyor hepsi.

Karagöz oynatıcısına 'hayalbaz' ya da 'hayalî' denirmiş. Hayalbaz, 'tasvir'lerini kendi yapar kendisi oynatırmış, çırağı da yeri gelince tef çalar, yeri gelince şarkı söyler, tasvirleri değiştirmesinde hayalbaza yardımcı olurmuş. Tasvirler şeffaf deriden, mümkünse deve derisinden yapılırmış. Eskiden deve derisini temizlemenin yöntemi farklıymış tabii: deriye taze köpek boku sürülürmüş son kalan tüyler de gitsin diye. Fakat sadece taze köpek boku işe yararmış, bayatlayınca artık çok geç olurmuş. Bu nedenle de taze köpek boku bulup tabakhanelere aceleyle koşturan adamlarla doluymuş etraf, işte buradan gelirmiş 'tabakhaneye bok mu yetiştiriyorsun' lafı.

Bu bulduğum site, hâlâ tasvir yapıp oynatan Emin Şenyer isimli bir hayalîye ait:

http://www.karagoz.net/






Pek güzel ve ince işler.
Birkaç tanesini koyacaktım ama özellikle rica etmiş izin almadan koymayın diye o yüzden link koyuyorum. Hayalbaz Emin Şenyer'in Portekiz Kukla Müzesi'ne sattığı tasvirler:


http://www.karagoz.net/karagoz_hacivat_portekiz.htm

cahıl miyem kör miyem, ben neden görmiyem?

Bugün dergi tasarimi dersi vardi. Evet bu sefer türklük yapıp son güne bıraktım herşeyi. Öyle de yavaş çalışıyorum ki...
Herneyse.
Asıl sorun yavaş çalışmak değil. Ne yapacağımdan emin olamamak.
Ne göreceğimi bilmiyorum mesela. İki fontun birbiriyle kullanılabilmesi için neyi görmeliyim? Sayfanın layoutunu öyle değil de böyle yapmak için ne nedenim var? Dergiyi okuyucu gözüyle görmek ne kadar zor mesela. A sanki kaslarım felç olmuş gibi hissediyorum bunları düşünmeye çalıştıkça. Araştırma? Yapmaz mıyım! Hem kütüphaneden hem de internetten araştırıp durdum; zaten belki de o sayede çıktı birşeyler. Yeterli değil ama...çok sallantıda ve rahatsız hissediyorum çünkü.

Frost gelip sayfalarıma baktığında bana dedi ki "Şimdi bir fontun diğer bir fontla birlikte kullanılabilir olup olmadığını nerden anlıyoruz?..Hmm yazı kategorilerini biliyor musun?"
Hayır dedim.
"Hmm genel olarak anlatayım sana" dedi anlattı çok kısa ve sonra ekledi "...daha derine inebilmemiz için kategorileri bilmen gerek"

A ÖYLE APTAL VE CAHİL HİSSETTİM Kİ!
Bizim ülkede yok hocam o! kategorisizler fontlar bizde!
Biz sadece serifli, yarı serifli, serifsiz harf biliriz. İki kalınlıklı, tek kalınlıklı, üç kalınlıklı harf biliriz. O kadar!

Büyük farklar bunlar tabi, burda üniversitede herşeyin temelini öğreniyorsun ve birşeyi dört bir tarafından sarıyorsun: teorisi, tekniği, pratik tecrübesi, denysel keşfi. Hepsini okulda alıyorsun dolayısıyla okuldan çıkmadan dahi tasarım yapabilir, dışarda çalışabilir durumdasın zaten.

Ben eminim bizim okulda hiçbir hocanın typeface categorization'larını bilmediğine. Bilip de öğetmiyorlarsa o zaman onları çöpe atmak gerekir zaten.
Ben tabi şimdi internete dalıp öğrenmeye çalışacağım Frost'un neden bahsettiğini.

Frost en azından, tesadüfen iyi bulduğum iki font kombinezonunu doğru buldu ve neden doğru olduğunu anlattı:

"İki fontun birbiriyle kullanılabilmesinin birinci şartı, iki font arasında belirgin bir kontrast olması, ikinci şartı ise aynı zamanda ortak noktalarının bulunmasıdır. Mesela şu senin seçtiğin iki fonta bakalım (metin için Adobe Garamond, başlık için Chaparral Bold kullanmış idim): İkisi de serifliler evet ama chaparral'ınkiler epey belirgin, bu bir kontrast yaratabilir...aynı zamanda bak mesela a'ları benzer, ikisinin de rönesans tipi 'a'ları..."

Ben MSGSÜ Grafik Bölümü'nde iki fontun birbirine uyup uymamasıyla ilgili olarak sadece şunları duyduğumu biliyorum:

"olur mu yauuu bu fontla bu olur mu allah aşkına! yani! göz var yau!"

ya da

"hmm bu daha iyi evet boşlukları da şey...o diil yok yok, baksana şuralar filan...evet bunu yap"


...



Sonra Talita elindeki kitabı gösterip 'bu kitap benim gibi yazıdan pek anlamıyan biri için çok iyi' dedi. İngiltere'den almış, ben de derhal Amazon'a ısmarlamaya karar verdim kitabı:

The Elements of Typographic Style
Robert Bringhurst





Ve bir de acı bir şekilde komiğime giden* şey bu kadar az bildiğim birşeyi yapmak istiyor olmam tasarım alanında...yani daha doğrusu tam tersi: tasarım alanında yapmak istediğim şeyi bu kadar az biliyor olmam acıtarak gıdıklayan şey.
Bizde işi deneyerek yaparsın ya hani, yapa yapa öğrenirsin, Avrıpa'da kardeşim,
önce o şeyle ilgili bilinen ne varsa A'dan Z'ye öğrenip öyle deniyorsun ve herhalde Avrupa'daki zaman biriminin içinde Türkiye'dekinden daha fazla zaman var ki tüm bunları yapmaya sakin sakin vakitleri oluyor.


...çünkü hani bizde kimsenin zamanı yoktur, herkes bir acele bir telaş ama sonra kimseden ses çıkmaz...ne yapar o acele eden insanlar acaba? var mı yaptıkları bi bok? varsa bana, 0049 26374228425456999999 numaralı telefondan söyleyin lütfen.

Danke.










*hahaha VS ühüü

penceremden gökyüzü yine


anı fotoğrafları





anı fotoğrafları