Saturday 30 October 2010

Friday 29 October 2010

ben eskiden

ben eskiden şişmandım.
şimdi değilim.
ben eskiden duşta masturbasyon yapmayı severdim şimdi duşta işemeyi seviyorum.
ben eskiden sevişirdim şimdi spor yapıyorum.
ben eskiden düzdüm şimdi kıvrımlıyım.
ben eskiden senmişik şimdi kek yapıyorum.

diploma projeme giriştim. hem iyi de giriştim. netim yani. almanya'daki gibi mesela. zaten almanya'da olasım da geliyor, gelmiyor değil. o ısındığım yabancılık hissini özlüyorum ama burda yaratmak güç çünkü çok fazla gereç var. orda azdı gereçler dolayısıyla davetkardı. anladın mı?
burda malzeme çok mekan az gibi düşün. odada öyle çok eşya var ki sana nerdeyse "girme odaya" diyor gibi düşün. hızlı hızlı bişeyler akıyor kafamdan. çok hızlı değil.
bugün yemekler akıyor mesela nedense. bir regl daha mı geliyor? bir çocuk daha mı der gibi oldu. yoksa içerdeki karnı burnunda kadın yüzünden mi acıkıyorum yoksa iki gündür az hareket ettiğimden mi?
hareket bağımlılığı.
aferin.

dışarsı güzel ve çirkin bir fırtınayla inliyor. inlemiyor da vurum vurum vuruyor daha çok. bi adada bi almanya'da olmak istiyorum. ada güzel olurdu ama. ya da babakalede olsaydım. o da nerden çıktı şimdi?
babakaleye en son 7 yaşındayken filan gitmişimdir herhalde. hem orda hiç fırtına görmedim de. belki de bundandır.
babamın, hayatımın bu kadar küçük bir kısmını görüp gideceğini, bi arkadaşa bakıp çıkacağını düşünmezdim.
öyle oldu oysa.
hani...hayatımdam çıkacak biri...olmadığını sanırdım ama çıktı.
e yani sike sike çıktı.
hatırlıyorum görüldüğü üzre ama ayrıldı yani.

analiz yapma pilav yap.

flamenko yap..



hadi yatıyorum ben.

Thursday 28 October 2010

Wednesday 27 October 2010

napropaclasac da mı saclasac








hummmalı çalışmalar.
beyin fırtınası konsept salatası.
almanyaaanın caddelerinden al sana haber!
durum beter bak napropaka saygo göster bomba!
rep şeklinde geliyor!
ip ucunu yaktık
motor gene yanıyor!
sana bana onu buna tükrük saçıyor!

Saturday 23 October 2010

bubuder der ki

tuhaf.
tuhaf, her yer hikaye dolu. sürekli hikayelere çarpar oldum. iyi geliyor. fıkraların içinde anlatıcı olarak geziyormuşum gibi oluyor bazen. bu belki de akıl almaz ve ürkütücü ve tanımsız ve gönle sığmaz tuhaf istanbul trafiğini şaşkınlıkla yararak yürüdüğüm içindir. yok kullanılır gibi değil tekerlekli araçlar. olur gibi değil. olacak şey değil. rüya gib bile değil. duruyor her yer ve tuhaf olan şey de bunun olağan olması. bu nası bişey ki? yani hiç bişey olağan dışı değil sanki. ne olursa olsun doğal karşılanıyor hatta doğal karşılanmaya tenezzül edilmiyor sanki daha da doğrusu karşılanmıyor bile belki. ööle olup gidiyor. yanında geçiyor bir sel ya da seni de alıp savuruyor fiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii.
hiçbişi kıpraşmıyor. işte ben es kaza otobüse falan binersem, hemen iniyorum.
yürüyorum n'apim!
ben yürüyorum. yürünür yollar oluyor yollarım
e ya ataşehirde yaşamaya çalışıyor olsaydım allah muhafaza?
bu bi soru diil. neyse.
hangi eve gitmek istersem isteyeyim, beşiktaştan yokuş çıkmak gerekiyor.
ve ben bunu çok seviyorum.
eskiden "ben de" nefret ederdim yokuşlardan
ama şimdi seviyorum
ve bunun psikolojik analizini yapmayacağım.
:)
evet bırakıyorum yavaş yavaş analizi.
sigarayı bırakmak gibi senin anlicaan dilden söylemek gerekirse ki gerekir.
şimdi bir de şey. kıçımdaki kedi dövmesini ne idüğü belirsiz, deforme olmuş bir lekeye, bir fırça darbesine, dökülmüş bi boyaya, sökülmüş bi duvara çevirmeye karar verdim.
bi anda.
diğer dövmelerimle olduğu gibi bi anda gene.
yıllardır kıçımdan beslenen bu çirkin ve ıssız kediyi bi anda paspasın altına gömmeye karar verdim.
dövmeyi yapacak olan emraha bu kediden kurtulmak istediğimi söyledikten sonra mail adresimi verdiğimde çok güldü haklı olarak.


ve istanbulu yürümek ilginç oluyor. almanyadaki gibi her yerden her yere yürüyorum, üşüsem de terlesem de yürüyorum. trafikte koyun sürüsü gibi duran arabaların aralarından falan yürüyorum. salak bi rüyanın içindeymişim gibi. ya da daha ziyade iki rüya arasındaki bekleme anında ekrana konmuş bir trafik fotoğrafının içinde yürüyormuşum gibi.



neyse flamenko çok...ne bileyim mutlu eden birşey. bu çok...yersiz bir zarf oldu. "mutlu eden". belki de mutlu eden sadece hareket etmektir ya da hocalarımın neşesidir ama benartık analiz yapmayacağım için bu kısımla ilgilenmiyorum. butoh hocamız İda demişti ki bi keresinde "sürekli bir derin, derinlik lafıdır gidiyor halbuki yüzey ve yüzeydeki de çok önemlidir...yüzeydekini farketmek". e öyle. işte öyle.


ve işte habire tekerlekli araçların içinden görmeye alıştığın kadrajların içine kendi bedeninle girince yüzeyde güzel bir his oluşuyor. yani bende öyle oluyor. ve kaçtır, bu his geldiğinde yanımda makinam olmadığı için kendime bıtbıt yapıyorum. da makina evde şimdi. kocaman ya bi de... gerçi küçük makinayı kullanırken de unuturdum ben yanıma almayı.


ya..


işte böle.

Monday 18 October 2010

HEYDER BABA'YA SELAM

...

Heyder Baba, dünya yalan dünyadı,
Süleyman’dan, Nuh’dan kalan dünyadı,
Oğul doğan, derde salan dünyadı,
Her kimseye her ne verib alıbdı,
Eflatun’dan bir kuru ad kalıbdı.


...

şiirin tamamı

rüya nummer 7826354: öküz gözü çatalkaram çingenem

dün zabaanan bi rüya gördüm. ki zabaa doğru gergin uyandım da sanıyorum bu rüya nedense beni rahatlattı da uyudum ama aslında uzun bi rüyaydı. emel camdan kaçıodu, annem vardı ufuk vardı, komşular vardı filan da, aklımda kalan kısmı şöyle:

taştan bir malikane, geniiiiş, kuru otlar ve eski ağaçlarla dolu bahçesi. bu malikanenin sakinlerinden iki adam bahçe kapısında duruyorlar, birinin üzerinde at binme kılığı var (ne denir lan ona? kesin bi adı vardır pirim) elinde de kamçı ve dahi ince uzun bıyıkları dali gibi kıvrık. falan filan. bahçenin içinde dört beş tane öküz ve dört beş tane at var fakat öyle ki bu öküzlerin kapladığı alan devaasaaa! devvvv öküzler! çok çok obez ve çok büyükler, yağlı bedenleri yerden kalkamıyor bile ve doğrulmaya çalışırken böğürüyorlar, yer sallanıyor hafiften. her dev öküzün yağlı göbeğinin üstünde bir at var. bu öküzler yerde sürüne sürüne atları taşıyorlar ve o atlar da o yağlı öküz bedenlerinin üzerinde ayakta kalmaya çalışıyorlar. a resmen işkence! bu bir yarışmış efendim ve haspam, kıvrık bıyıklı sör vilyıms kılıklı herif bulmuş bunu. ben malikaneden çıkıp kapıya geliyorum ve bu bay bıyıktan hesap soruyorum, diyorum "ne iş? naaptıını sanıosun sen? hayvanlar kıvranıyo ya?? sen napıosun?". herif anlamazdan gelip kem küm edince, dayı bir biçimde koluna iki pat pat vurup "neyse...sen anladın beni" diyip gidiyorum ordan.

valla dileda, bu öküz durumunu "çok uzun zamandır olmasını istediğim bişeyin olacağı" gibi bir anlama yordu. benim gibi nevrotik analizci froydyen alışkanlıklı bir insan içün rüya yorumu uzak da olsa onu dinleyince düşündüm: "çok uzun zamandır olmasını istediğim bişi var mı ki?"
her deliğe ironi sokmasam çok acı çekerim diyorum sen ne dersin?
bunu geçelim.
ne istiyorum ben çok uzun zamandır?
oyuncu olmak istiyorum ööretmeniiiim

aha

a desperate woman decides to be a crack housewife

a despırıt vumın disayds tu bi a crek hausvayf
olması gerktiği gibi sıkıcı bi muuvi
köftepüre

Saturday 16 October 2010

ağır nefes pes ses


ev kedisi emel



1- ceset torbası, emel ve ayağım küçük bi ses duymuşken and a new gate to eternit
2- emel, skype'ta hasanuzmayla yazışırken
3- emel, leptopumda yatarken

Thursday 14 October 2010

kırmızı ev halleri





huzurluyum
ama kabus görmeyi ihmal etmiyorum pek.
vücudum esnek ve rahat
ama kabus gördüğümde, uzun zaman önce ölmüş bi kadavra kadar sert oluyorum.
kanım dolaşmak istemiyor, hiçbir uzvum hareket etmek istemiyor;
hareket ettirmeye çalıştığım zaman, karanlığa alışmış gözlerin ışığa bakması gibi ağrıyor, büzülüyorlar.
iyiyim
ama küçük taşlar yuvarlanıyor bazen ve ben ayağımı çekmeye fırsat bulamadan eziveriyorlar küçük parmağımı. bir anda umulmadık bir acı vuruyor ayak parmağımdan beynime.
küçücük taş, küçücük parmak..nasıl acır bu kadar? ince ince
bu taşların ardını arkasını sormuyorum. merak etmiyorum. geldikçe yaşıyorum.
ne de olsa ecele faydalı hiçbir şey yok.




Sunday 3 October 2010

hande

ve karşımızda hande.
napıyor hande?
hande aç kapa yapıyor
zira debrem oldu bikaç saat evvel.