Friday 3 July 2009

mağranın dibini boylamak ya da bodrum sıvısı (istanbul modern sergi sarayı)

Bodrum'dan merhaba!
Aman siktiğimin bodrumu. kırmızı turist suratlı, beton gözlü, bezgin yürekli, kırmızı gül romantiği. nası sıcak nası sıcak! oturdum bi yerde internete bağlandım. denize bile girmek istemiyorum datça feribotunu beklerken. dün demirköy'ün orda girdiğimiz mağranın serinliği dinginliği asaleti nerdeeeee, şu bulunduğum noktanın nokta etkili infazı nerde! Dupnisa mağrası o mağra. hatta abartıp fotoğraflarını da koyayım da bütün kafenin interneti çöksün dii mi!
dün güzel bir gündü aman kimse duymasın. ben*, yorgo** ve körmit***. körmit, mutluluktan çıldırmış, regrasyona uğrayıp -doğal felaket gibi- iki aylık haline geri dönmüş orta yaşlı köpek gibi mutluydu köpek gibi! ömründe hiç bu kadar kısa zamanda bu kadar mesafe gitmemişti üstelik gidilen yollar onun dünyası için off-road bile sayılırdı. azdı azdı delirdi yavrum yazık.
bastık gittik iğneada'ya.****
ama evvelinde Dupnisa mağrası'na ve de Demirköy'deki -bakımsızlıktan ve yağmadan, çok beklemiş kadavra gibi kalakalmış- dökümhane yıkıntısına uğradık. Dupnisa Mağrası, bir tepenin hatta küçük bir dpın içi. Olağan üstü bilinç altı, rahim ağzı, buzul kazıl sarkıt dikit bir yer! çok dişi üstelik, ürkütücü ve kavrayıcı, robinson ve robinsonun amı. iki mağra üst üste: alttaki mağra soğuk, üstteki sıcak. sarkıtlar dikitler ve sütunlarla dolu. kah pamukkale kah michelangelo kah ıslak kah pürtüklü kah hareketli kah ölü korkunç ve güzel bier yer. üst mağrada yaşıyan carcar yarasalar var ve insandan çekinmiyorlar bile -turistik yarasalar- biraz organize olsalar saldıra da bilirler sanırım ve umarım. ilk defa hayatımda yarasa sesi dinledim çok çirkefti. mağranın çeperindeki oluşumları birşeylere benzetmemek, hatta sürekli farklı şeylere benzetmek hatta ve hatta sadece aynı noktaya bakarak ardarda milyonlarca farklı şey görüyor olmamak mümkün değil ve ibu yüzden kolektif bir bilinç altı orası. ama sadece bir araç elbet, kolektifliği içeri giren insan sayısıyla orantılı elbet, yoksa mağra kimsenin bilinçaltı değil. öyle değil mi?

offff çok sıcak burası!

mağranın içinde yer yer dar koridorlar ve aniden karşına çıkıveren rüzgarlı koriorlar var. su sesi var hep su sesi. mağraya alttan girdiğimiz yerle çıktığımız yer farklı ülkeler: serinden girip sıcaktan, kayadan girip ormandan çıkıyorsun. gerçi biz çıktığımız yerden çıkmayıp mağrayı bir de yukardan aşağıya yürüdük ve girdiğimiz yerden çıktık. tam çımaya yakın elektrik kesildi ve işte o karanlık...başka bi karanlık. mutlak karanlık! "karanlık" orda yaratılmış sankiii!

orda bol yağlı, peynirli bir gözleme götürdüm*****
gitmeye çalıştığımız yönlere doğru mesafeler artıyor da artıyordu. bir yandan kendimizi feci bir korku-vahşet filmi içinde hissetmeye meyleden fantazi dünyamıza****** uygun bir şekilde hep sanki yanlış yoldan gidiyormuşuz, 10 kilometreler 40 oluyormuş ve bize yol tarif eden insanlar yalanlar söylüyorlarmış gibi zannetmeye çabalıyorduk. dönüş yolu gidiş yolunun yarısı zaman aldı sanki ama tabii..

mağra'dan Demirköy'deki dökümhaneye gittik. yolda çilek tarlası bulduk ama çilek yoktu, amca onun yarine kurumaya yüz tutmuş bir çilek fidesi verdi teneke saksıda. hediye verdi. hediye verdi yorgoya bana değil. ben çileğini yerim fidesini sormam çünkü. çok istedim yol kenarından doğal çilek reçeli alayım ama olmadı. kaçırdık. yok oldular. kader kısmet şans oyunu. dökümhane'nin durumu içler acısıydı. yıklımış, korunmamış, terk edilmiş, yağmalanmaya çalışılmış, yaralayıp bırakılmıştı. toprak altında, inde kırmızı tulalardan yapılmış boyuma göre bir tünel buldum ve girdim. gene ortalarına doğru mutlak karanlığın olduğu yerden de boyumun kısalığıyla övünerek eğilmeden geçince kafayı tosladım yukardaki sivri bir yere. neyse ki çökmedi geçit. vardığı yer de yukardan görünen bahçeydi zaten. kafam taştır benim bişey olmaz pek. acımadı zira önceleri. hatta motor nöronlrımla dalga geçtim başta. canım yanmasın diye beyne yaın yerdeki acıyı uzatmışlardır beyne iletmek için dedim " ya sen bi ayaktan ağrı dolan gel yazık kız hala yürüyo tünelde sen bi gez de gel". fakat bie 10 dakka sonra kafam...güzel olsu :S
sanki güneş altında 2 bira içmişim ya da az bi cugara çekmişim gibi. boşluğa gülmeye başladım. gökçeler karıştı. altıncı gökçe gitti üçüncü geldi bir anda. öyle ki yorgo bile anladı değişimi de hatta bişey oldu sandı bana sanırım. halbuki ben gayet iyi hissediyordum ve bir o kadar da tuhaf. bu sarhoşluk en fazla yarım saat sürdü sonra kafamın ani ani acımaya batmaya başlamasıyla kafa da gitti. normale döndüm. dedim ki hafta bir kafamın en ortasına çekiçle vurayım.

sonunda iğneada'ya vardık, pis ve denizanalı, dalgalı ve bulanık, ılık ve güvenilmez karadenize girmeye. evvelinde 250 kuruşa küçük su ve 4 tl'ye yedi top dondurma yedik. şaşırmamız pek şaşırtıcı değildi. deniz bi garipti. sevmedim. yabancı bir denizdi bana. tanımadığım. ve beni istemiyordu, istenmediğim birşeyin içindeymişim gibi rahatsız ediciydi deniz. gelişigüzel bir yerlere atmak istiyordu sanki beni gittim ya da gitmek istediğim yöne hiç ehemmiyet vermeden. çocğum olursa ona Ehemmiyet Hanım diye efsanevi bir büyük teyzesinin olduğunu anlatacağım. öyle bir bahsedeceğim ki bu kadından, çocuğumun görünmez arkadaşı haline gelecek.

iyi peki güzel. sonra?

sonra kıyıköy'e döndük -döndük çünkü geride kalmıştı-,-geri dediğim istanbul-, - tamam-, yapılan programa harfiyen uymalıydık ve programın son kertesi, kıyıköy'de rakı balık yapmaktı. saat on olmuş olsa da yaptık işte! oturduğumuz terastan kıyıköy'ün dalgakıranı ve sonsuz karadeniz görünüyordu ılık da bir rüzgar vardı, üşüyorum diyen yalan söylemiş olurdu -güzel detay gökçe-, -a saol-. gözümün önünde kalan görüntülerden biri de yanıp sönen o minik fener ve karararak sonsuza doğru giden kara karadeniz. güzel bir sahne. kocaman bir boşluk, karanlık sonsuz bişey! üstelik azgın ve seni yememesi, onun kendi merhametine kaldığı için yaşayabiliyorsun sanki. şimdilik...sanki..

sonra nerdeyse bir anda döndük istanbul'a. saat iki mikiydi. sanırım bi tek kermit yorulmamıştı. ve insan göçmen kuş misali şimd burda güneşte bırakılmış çok-çiğnenmiş-çiklet bir sayfiye yerinin ortasındayım. aslı erdoğan olsam da biraz serinlesem bari..dur ya da ben çay alayım..








*gökçe db
**yorgo bildiğin yorgo işte
***annemin 13 yıllık opel corsa'sı
****yorgo'ya bu ilk uzun mesafe araba yolculuğunda desteğini bilerek ve bilmeyerek eksik etmiyen dilek bektaş, gökçe d balkan ve kermit corsa'ya sonsoz teşekkürler
*****karnım inik gibi artık karnım yeah! yok pornocu olmicam vazgeçtim sıkıcı ama karın kası yapacğım, bi takıntı lazım, en kolayı buydu.
******yorgonun fantazisi benle hiç alakası yok! ben sadece oyuncuyum ben suçsuzum bana işkence yapmayın öldürmeyin beni noolur sweet home alabamaa!



NOT!: benim bu ani duruş kalkışlarım, bu asabiyetim, bu debriyajsızlığım gene iki filtre kahvenin bedeli. hatırlamalıyım! benim bedenimin normal insanlardan daha küçük olduğunu, dolayısıyla metabolizmamın daha hızlı olduğunu, bünyemin de küçük boylu olduğunu; dolayısıyla normal insan ölçülerine göre ayarlanmış olan hayatın ayarıyla oynamadan yememem, çiğnememem, yutmamam gerektiğini hatırlamalıyım!