Wednesday 30 January 2008

RÜYA

Bu gündüz uyuya kaldığımda, rüyamda...Nasıl anlatılacağını bilmiyorum. Rüyaca konuşmak gerekiyor, bizim gözümüzün ve hafızamızın aldığı kelimelerin karşılığında anlamak güç. Çünkü sanki... Üç boyutlu değil de H boyutluydu. Anlatabildim mi? Sis vardı ve koyu mavi bir nehir. Nehirde kâğıttan yapılma bir şilep, onun önünde kâğıttan büyük bir gemi ve onu önünde kâğıttan bir Hz.Muhammed, diğer tarafta da kâğıttan beyaz, üç direkli bir tekne. Bunların herbirinin farklı hikayesi vardı. Ama bu ne demek bilmiyorum. Aslında ben biliyorum ama anlatamam ne garip. O hikayelere nasıl ulaşılıyor bilmiyorum. Belki kelimelerle değil ama görsel olarak anlatabilirim ama o da zor. Saçma sapan bir MTV klibi olmamalı çünkü rüya bu, kutsal, çıplak ve ıslak. Daha doğmamış çocuk gibi, plasentalı, çiğ, canlı, hassas, kuvvetli. Ben o hikayelerden birinin içine giriyordum ve bir oğlan vardı, kısa boylu yeşil gri gözlü, hep gözlerimin içine gülümseyen. Geceydi, bir sürü arnavut kaldırımı yokuş, dükkanlar pasajlar vardı. Ama tüm bu dekor da kâğıttandı sanki kâğıda çizilmişti. Değildi kâğıttan ama hissi öyleydi, deformeydi herşey. Yokuşlar fazla dik, gördüğümüz manzaralar iki boyutlu ve gecenin rengi de boyayı emen bir kâğıda lacivert gazlı boyayla boyanmış gibi mattı ve... nasıl demeli...kumaş gibi...emilmiş...derinliksiz...cansız. Bu çocuk beni sırtında taşıyordu. Durduğumuzda indiriyordu. Gecenin bir vakti bakkal arıyorduk ben çikolata istediğim için. Bir sürü elektrikçi vardı vitrinleri komik komik ışıklı ama bakkal yoktu. Hepsi kapanmıştı. Çocukla habire göz göze geliyorduk ve gülümsüyorduk karşılıklı.
Sonra uyandım. Gittim çikolata aldım.