Saturday 17 May 2008

mösyö öberjinn





1- Beyaz Oberjin
2- Mösyö Öberjinn

kepşıns

- Sabah birden Chopin valsleri dinleyince canım gene piyano çalmak istedi. Ah şurda bir piyanom olaydı...Konservatuvar? E cumartesileri kapalı elbet...

- Dün bir saat tempolu yürüyüp üstüne kırk dakika koştum ve amladım ki benim rahat rahat koşabilmem ve kendimi zorlayacak güce sahip olabilmem için koşu öncesinde bacaklarımı ısındırmam ve nefesimi ritme almam gerekiyormuş. Öncesinde bir saat hızlı yürüyünce rahat rahat koşabildim, ölmeden yorulabildim. E çok sevindim bunu keşfettiğime tabii ve ertesi gün de devam etmek için can atar oldum. Sonra eve bir geldim ki sanki sağ dizimde bir ağrı, bir içine doooğru çekilme, bir tuhaflık, sanki içi s›cak su dolu bir balon hissi dizimin içinde. Gel gör ki halen sürmekte. Önce s›cak tutmal›y›m diye düflünürken bir anda sanki aynı hissi duyduğumda babamın ya da birinin bana 'sıcak sakın! soğuk koyucaksın' dediğini duyar gibi oldum. Sesler duyuyorum evet. Ben de, aylardır buzluğumda durmakta olan, muhtemelen çürüdüğünü kendine bile itiraf edemeyecek hâlde olan, buz ve kar tutmuş nohut torbasını oturttum dizime. Bakalım...

- Sabah dizim ağrıyaraktan Aldi'ye gidip ekmek ve de BİYO yumurta aldım. Bu bio fikri bana hep bir garip geliyor hazmedemiyorum, suratım ekşiyor. Hani, hayvanlar bitkiler kendi doğal topraklaı›nda doğal doğal beslenirken sen alıp onları fabrikalarda üretmeye başlıyorsun gene 'insan için' diye, sonra sağlıksızlaşmaya başladılar mı da tee zamanın en başından beri aslen onlara ait olan şartları tekrardan yaratmayı yeni ve alternatif birşeymiş gibi sunuyorsun! Oyun oynuyor bunlar yauu! Ayrıca burda yanlışlıkla aldığım tüm bio malzemeler inanılmaz tatsız, bir garipler...

- Örümceğim öldü. Belliydi ama. Tuvaletten çıkmıyordu, e tuvalete de hiç sinek gelmiyor ki! Asıl benim penceremin önü, masam sinek doluyor. Yazık, büzülmüş de düşmüş banyonun kenarına, yıkanmaya girince ben, suyla akıp gitti cesedi. Ama şimdi geleck nesillere bakmalıyız! Daha Paris'ten döndüğümün ilk günü aceleyle yatağımın kenarından geçen minik kızımız! Mini mini bir örümcek kendisi henüz. Zeki de üstelik. Vızır vızır tüm odayı gezdikten sonra en iyi yere dükkan açtı. İki gündür pencerenin önünde aynı yerde duran su bardağımın üstüne ev örmüş. Ben de kıpırdatamıyorum şimdi o bardağı ordan tabii. Hem annesi öldü bari yavrusu ölmesin diyerekten, hem de düşününce kim bilir kaç bin yavruyu öldürüp alt edip kaçmayı başarıp hayatta kalabildi; buna saygı duymak gerek...Hmm şu an ortalarda yok, herhalde alışverişe gitti. Ben de masaya düşmüş birkaç küçük ölü sineği bardağın içine attım gelince sürpriz olsun...

- Geçenlerde göle gittim. Göl suyu musluk suyu. İçinde büyük küçük balıkların, bekçi gibi kanatlar arkada gezen bir çift kuğu, çenesi düflük ördekler ve insanlar var. Ha bir de küçük sinekler tabi. Saat akşam yedi falandı, ikinci kez yüzsem mi yüzmesem mi diye ayak bileklerime kadar suya girmiş düşünüyordum. Minik kurbaga yavruları, suya dökülmüş mürekkep damlaları gibi dalgalana dalgalana dolanıyorlardı. Genellikle minik taşların aralarına kafalarnınsokup orada öylece duruyorlar. Acaba hava kabarcıklarını mı yiyorlar? Neyse ben de düşündüm ki eğer orda yeteri kadar hareketsiz durursam, bu minik karabaşlar bana da taş muamelesi yapabilirler. Nitekim birkaç dakika sonra bir tane mürekkep damlası geldi ve ayağımın kenarına burnunu deydirip deydirip kaçtı. Onun ardından iki tanesi daha, sonra bir üç tanesi öteki tarafa, sonra başka bir üç tanesi öbür ayağıma geldiler. Pek şekerdiler. Ben de olduğum yerde durup, burunlarını minik minik ayağıma dokundurup kaçmalarını izledim. Fotoğraflarını da çekeceğim.

- Bu arada o geveze ördekler konuşmadıkları zaman kıyı kenarlarında gagalarını taşların aralarına aralarına sokarak onları yiyorlar sanıyorum...

- Hava da bir garip. Açık ama değil. Güneş yok ama yağmur bulutu da yok. Yani güneş var da nerede acaba...gibi...