Friday 25 June 2010

başbakan güvercin ve kel burgaz




ben bu fotoğrafları hiç sevmedim.

yağan yağmur



kartal'a doğru yağan yağmuru
tuzluktan boşalan tuz gibi görüverdim

"yoo hayır!"

lars von trier'in kadın deccal'i



antichrist'ı izledim. tabii ki tipik bir LVT efekti olarak fiziksel zorluklar çektim filmi izlerken ve sonrasında da sürdü. buna alışığım. çünkü lars von trier, insanı sanki kendisi yaratmışcasına çok iyi biliyor nasıl işkence yapacağını. kendisi de işkencede sürekli o başka. film çok sert eleştiriler aldıydı: "gereksiz vahşi, mizojin, dünyanın en iyi yönetmeninin en kötü filmi" falan gibi.
öncelikle bir tecrübe olarak bu film kanımca çok başarılı. yani filmi izlediğimde içinden geçtiğim şey gerçek. hani filmin son yirmi dakikasında ve film sonrasında da kalp çarpıntısından kurtulamamak ve ellerimin soğuması gibi gerçek. anlatabildim mi?
benim açıkçası filme ilk yapacağım değerlendirme "kadın düşmanı" olmaz çünkü deccali kadın olarak yorumlamanın doğru olduğunu düşünüyorum. gerçi bu dediğim, filmin kadın düşmanı olarak değerlendirilmesini engellemez, orası öyle. anne olmuş bir kadın, çocuğunun (ve çocuğu erkek) ölmesine göz yumduğu (dolayısıyla öldürdüğü) anda kıyamet gelecek. doğacak son erkek çocuğu yok ederek hayatı öldürüyor kadın. kadın/anne, doğan son erkeği/çocuğunu öldürüyor. hayat veren kadın, doğuran kadın ve bunu yapmayı kestiği anda (erkeği de kadını da çoğalamaz hale getirdiği, hadım ettiği anda) dünyanın sonunun geleceği yorumunu ben anlıyorum ve zekice buluyorum. cennet bahçesinde (Eden ormanı) havva ile adem. bu kıyamet filminden sonra başka film yapmayıp sıradışı bir şekilde öleceğini düşündüm ben lars von trier'in.

film iki taraftan da izlenebilir durumda. bu anlamsız şiddeti dini göndermelerle izliyoruz ve aynı zamanda da çocuğu ölmüş bir kadının deliriumunu izliyoruz. psikolojik gerilim ya da fanatik fantastik dini bir film. her ikisi de oluyor. bu noktada filmin kilit sahnelerinden biri bana kalırsa, bacağına demir sokulmuş ve taşakları patlatılmış yerde yatan Willem Dafoe'nun gece gözlerini açıp pencereden gökdeki yıldızlara bakarak "böyle takım yıldızları yok ki..." demesi. o bilimselliği oraya sıkıştırması.

willem yani erkek olan yani adem bilimi, mantığı
charlotte yani kadın olan yani havva ise doğayı ve kaosu savunuyorlar.

ayrıca film öncesi araştırmalarından çok etkilendim ekibin. lars von trier filmi yaparken bir senedir filan depresyonda ve filme, normalde verdiği eforum yarısını verebildiğini söylüyor. willem'e ve charlotte'a tarkovsky'nin the mirror filmini izletiyor. willem, terapistlerle çalışıyor filmden önce. charlotte'a da çeşitli porno filmler göstermenin yanı sıra,
-burası ilginç- the night porter'daki charlotte rampling rolünü çalışmasını söylüyor. anladık değil mi?

ve filmde duyduğumuz tek isim çocuğun ismi. gerisi anonim bir kadın ve erkek. ve bir de dikkatimi çeken, prologla epilog arasındaki bölümlerin isimleri. bölümlenme hem bir din kitabı hem bir tragedya gibi ama hem de bir psikozun evreleri gibi. bireyde psikoz - kaos ve kıyamet analogu görüyorum ben burda.

ve aslında film bugünün estetiği ve zamanı ve teknolojisi ve kurgusunda olsa da, tam da kadının tezi için yaptığı araştırmalarda görünen ortaçağ illüstrasyonları üzerinden gidiyor herşey. aynı pornografik dil. çok başarılı.

antichrist'ı sadece porno, mizojin, gereksiz vahşet diye değerlendirip bırakmak bence çiğ. çünkü göndermeleri açık, vahşetin de sapkınlığında hiçbiri sadece fantazi olarak yer almıyor orda. bence çok başarılı ve hiç boşluğu olmayan (görsel dili de, ses tasarımı da çok başarılı) bir genesis ve kıyamet yorumu.


filmin çok çok iyi bir analizi işte aşağıdaki linktedir:

AŞAĞIDAKİ LİNK


ve Händel'den lascia che io pianga. filmin prolog ve epilog bölümlerinde içimize çöken aria:

lascia che io pianga