Friday 15 August 2008

Augsburg'un bayraklısı

Dün, Rathaus'taki havuzun kenarında oturmuş kahve içiyorduk Güliz'le. Yarı felçli zayıf bir adam gelip 'IIIIIIIIIIEEEI' dedi. Biz baktık, bir daha dedi, sigara istediğine kanaat getirdik. Güliz ona bir sigara sardı, o da yanımıza oturup zar zor sigarasını içti. Tam o sırada, havuzun diğer yanından tombul, yetmiş yaşlarında, sarı dişli bir amca çıktı elinde kocaman eski bir bayrakla, bağırmaya başladı. Ya Byerisch ya Schwebisch bağırıyordu çok az kelime yakalıyabildim. Elindeki eski püskü kıpkırmızı bayrağın üstünde silik bir orak çekiç, onun üzerinde de gamalı haç çizili bir beyaz kumaş parçası dikilmişti. Adam elindeki el yapımı nazi bayrağını sallayarak tüm içini dökmeye başladı. Saniyesinde genç bir çocuk gelip ona birşeyler söyledi ama adam celalini bozmadı. İnsanlar laf atmaya ve birikmeye başladılar, kimse gülmüyordu. Sonra bir kadın çıkıp adama bağırmaya başladı ve parmak çekti; adam da kadına o parmağı götüne sok diye cevap verdi çağlayan bir sesle. Bir iki dakika geçemeden üç araba polis geldi. Hepsi de yirmi ila yirmibeş yaş arası polisler. İnsana polislerin, pedagoji eğitimi aldığını düşündürtecek kadar sabırlı davrandılar adama. Adam önce sakinleşir gibi oldu ama sonra daha da çok bağırmaya başladı. Dedikleri arasından malesef yalnızca 'BEN ALMANYA'DA DOĞDUM! BURDA, AUGŞBURG'DA YILLARCA OKUDUM!HİTLER BİZE ÇALIŞMA BİLMEMNESİ VERDİ!' cümlelerini seçebildim. Etrafa toplanan insanlar fotoğraf çektiler. Daha sonra polis çekmelerine izin vermedi. İlginç bir şekilde, polisin fotoğraf çekmek yasak diye üzerine gittiği herkes 'NEDEN?' diye mutlaka sordu.
Sonra bir kadın polis adamı bir ara sakinleştirdi ve bayrağı elinden aldı. Adam konuşmaya devam ediyordu fakat bir süre sonra bir anda tekrar parlayıverince polisler sanırım adamı kelepçeleyip, minibüsün arkasında yere doğru bastırıp, merkeze götürdüler.

Fotoğraf makinam yoktu yanımda.

Ben adamın hemen yanında arkasında oturuyordum. Epey bir süre donup kalarak adamı izledim; bastırılmış ve korunmuş, küflü yeşil nefretini, koyu sarı dişlerinin arasından beyaz tükürüklerle saçarken. Bağırmasına rağmen gözleri çok donuktu. Alman olmak gözlere belli bir donukluk getiriyor zaten evet. Aristovari bir bakışla diyebilirim ki: Almanlar duygularını ve tepkilerini diğerlerinden daha fazla bastırdıkları için toplum içinde de kafalarının içinde, kendi kendilerine çok konuşuyorlar. Kendi kendilerine girdikleri bu sınırsız monolog, gözleriyle dışarısı arasına bir duvar çekiyor. Gözleri dışarıya bakıyormuş gibi görünse de göz bebekleri içeriye dönük duruyor. Bir tür, hep başlamgıç seviyesinde kalan toplu şizofreni.

Adamın histerik ses kontrolsüzlüğü bana ikinci dünya savaşı zamanlarından kalma koyu renk ahşap radyoları hatırlattı. Bu adamın gerçekliği, oralarda muhafaz edilmiş. Nazizmi komünizme karşı savunuyor hala benliği. Bugünle hiçbir alakası yok isyan ettiği şeyin. Elinde tuttuğu bayrağın sapı da, kumaşı da, rengi de, dikişi de öyle söylüyordu.