Tuesday 19 January 2010

a aç



bu da nerden çıktı böyle.
kar geliyormuş duydun mu?

yok geldi bile baksana.

haa hakkaten ha...bi kave yapsana içelim?

çatıdan atlayana dannnk diye simit atarım




dutan dutar
kalan sağlar kalmaz.

ödüm kopuyor 2

ödüm kopuyor 1




ödüm kopuyor misket ölücek diye...bikaç gündür, yok bikaç zamandır böyle bir korkum var. ve misket garip. yediği yemeği kusuyor. neden kusuyor ki?
öleceğini tahmin edip de hakkaten ölmesinden korkuyorum.
o ölmeyecek tabii ama ben nerdeyim? bu bi soru değil. yani soru ama cevap verme. hele sen hiç verme.
rüyamda misketin yok olduğunu görücem ve ağzımda tüylerle uyanıcam.
rüyamda, olacakları görmek korkusu çok somut bir korku ve aslında çok net şeylere, net dalaletlere delalet.
bunca küçülmek bunca paçavralaşmak, ne kırçıllı bi çaresizliğe delalet.
garip bir enerji ve garip olmayan bir öfkem var. öfke garip değil çünkü yabancı değil ama aslında yakın da değil. tanıdık herşey yakın olmuyor elbet. bölünmüşlüğüm net ama içerde. yani yün ördüğümü çok net hissediyorum, sanki hiç bitmeyen bir gün batımının turuncu ışığında ısısı değişmeyen bir köşede sadece nefes alıp veren ve yün ören gökçe. sonra bir köşede üşüyen ama bunu yadırgamıyan bir diğeri. yürümeden duran ama etrafı yürüyen ve bunu da yadırgamıyan gökçe. uyuyan iki gökçe. uyuyanlar fişten çekilmiş gibi. ve gene...gene...bana gözlerini dikmiş bi gökçe. neyse ki olmaması gereken gökçe yok. varlığı sadece yokluk yaratan gökçenin yok olması herşey için daha hayırlı. olmayan düzeni bozmanın alemi ne zaten. küçük nerde?
onu bilmiyorum. o gidip birilerinin bahçesinde solcan yiyor olabilir ya da kuş avlıyordur, bişeyler boğazlıyordur, uzaktan katılıyordur programımıza.
gökçe,
uzak dur benden.


ha bi de şey..neydi? ha korkma benden.

acaba korksam bişey değişir miydi?
korkmadığımı hangimiz söyledi?
ben.
o zaman doğrudur
ödüm kopuyor ama korkmuyorum.
gökçe çekilsene ordan ayağım acıdı kaç saattir aynı ayağımın üstünde duruyosun manyak mısın.
küçükken babam/nın ayağının üstüne çıkıp gezmek gibi değil ki bu.