Monday 6 July 2009

suratsız suratın suratına ne yazdım..

..sağnak bir yağmur vardı. ama ben yürümeye devam ediyordum. durmuyordum, hayır..asla duramazdım. bu fırtına beni durduramazdı çünkü o yere gidip görmem gerekeni görmeliydim. her neyse o şey..ama görmeliydim.

sonra,

onu gördüm.

aynı köprünün üstünde duruyordu ve hızla akan nehri izliyordu sabit bakışlarla, nefes bile almadan. hep ordaydı sokak lambası gibi. hep aynı yere sabitlenmiş, hareketsiz. ben içimde yorgun ve dışımda ıslaktım. durdum ve baktım. daha bu sabah gene aynı yerde görmüştüm. köprüye çıkıp ona doğru yürümeye başladım. sırılsıklam olmuş bir pardösüsü vardı. fötr şapkasından sular damlıyordu. daha da yaklaştım. yalnızca yağmurun gürültültüsü işitiliyordu. sonra -hiç anlamadım neden ama- bir anda ona dokunmak istedim, suratına bakmak. canlıymış gibi görünmüyordu, kaldı ki nefes alıp almadığı bile anlaşılmıyordu zaten. hareketsiz adam. elimi yavaşça omzuna koydum. hiç korkmuyordum. o da korkmuyordu. sonra vücudu yavaşça bana dönmeye başladı. hayır hiç mi hiç korkmuyordum. başını kaldırdı..suratını göremedim..yani suratı vardı ama suratsız bir surat. bomboş bir surat. ne göz ne burun, ne kaş ne de ağız vardı. düz. boş. yerde duran boş bir kağıt gibi. içimden, bu boş kağıdın üstüne birşeyler yazmak geldi bir anda dayanılmaz bir istekle! ceplerimde kalem aramaya başladım aceleyle ve
sonunda buldum bir tane. sonra durdum..


izin almak için gözlerine bakmak istedim ama..gözleri yoktu ki. sol elimle suratını tuttum, olmayan gözlerine baktım, hiç karşı koymadı, hiç ses çıkarmadan bana itaat ediyordu. bana tanıdık geliyordu, sanki onu en başından beri tanıyormuşum gibi. bedeni kıpırdamıyordu. yaşıyormuş gibi gelmiyordu bana. nefes alıyordu evet ama yaşamıyordu sanki. mesela hafif bir dalgada sallanan sandallar gibi nefes alıyordu ya da uyuyan laptop'umun bir yanıp bir sönen küçük ışığı gibi. nefes alıyordu ama canlı değildi. sonra suratına birşyler yazmaya başladım hızlı hızlı. o denli hızlı ki ne yazdığımı takip bile edemiyordum! kelimeler, daha doğrusu sesler istemeden, düşünmeden çıkıyorlardı kalemin ucundan!

yazmayı bitirdiğim anda hiç beklemeden onu nehre attım.

düşerken kanat gibi dalgalanan pardösüsünü seyrettim. bi kaya gibi düştü.

nehir çok hızlı akıyordu,
ben mektubumun nereye doğru gittiğini göremedim bile..
















NOT: kendi yazını türkçeye çevirmek ilginç bir his. işemek gibi. yani bi şişkinliğin inmesi gibi. ölünün göğsüne konan ağır demir gibi (yuh). bu arada italyancasında feci hatalar var bunu farkettim. rezalet.

No comments: