Tuesday 18 March 2008

Chamane

Bartabas'ın Chamane filmine kritik: (son hali)


1996 yapımı Chamane isimli film, teyatral gösterileriyle ünlü at sirki Zingaro'nun sahibi yönetmen Bartabas'ın ikinci uzun metrajlı filmi. Chamane, 1970'li yıllarda Yakutistan'da geçiyor, gulagdan kaçtıktan sonra şaman kültürü ve vahşi doğayla karşı karşıya kalan Moskovalı genç bir kemancının başından geçenler.

Hapishanedeki mahkûmların vücutlarının, surat ifadelerinin detaylarından oluşan bir dizi fotoğraf vesilesiyle gulag hayatının donukluğunu, hissizliğini koklatan, oraya hiç de ait olmadığını hissettiğimiz Moskovalı kemancı ve ruhâni varlığıyla ona yardım edecek olan Yakut arkadaşını bize tanıtarak açılan film; tek bir atla, Yakutisyan'ın vahşi topraklarında kendini unutan, yok eden, tekrar keşfeden ve hayatta kalmaya çalışan bu genç adamın, yaşam ereğine doğru yaptığı ürkütücü yolculuğun hikâyesi.

Bartabas, Yakutistan'ın insan eli değmemiş doğasında kara ilk izleri bırakmanın hazzını fazlasıyla hissettirdiği sade ama büyük fotoğraflar kullanmış filminde. Toprağın vahşi güzelliğini iyi yakaladığını teslim etmek gerekir. Yanından hiç ayırmaığı kemanından entelektüel bir şehir insanı olduğunu anladığımız kahramanımız, içine düştüğü coğrafyaya hakim şaman kültürünün öğretileriyle ayakta kalıp ilerlemeyi başarıyor. Yola devam etme gücünün kaynağı evine, Moskova'ya, kemanına dönmek iken, bir süre sonra bu inanılmaz zorlu yolculuğun kendisi, bir yaşama biçimine hatta alışkanlığa dönüşüyor. Yolda mistik bir biçimde hep yanında hissettiği şaman arkadaşının yardımıyla doğanın dilini çözmeye başlıyor.
Kemancı yol boyunca birlikte yol aldığı atıyla neredeyse yek vücut olup insan kılıfını yırtarak, ortasında kaybolduğu ıssız topraklardaki herhangi bir varlık gibi çıplak kalıyor. Bu noktada bu bedensel yolculuk, iç dünyasının derinliklerine yapılan bir yolculuğa dönüşüyor ve dış dünyayı algılama biçimini değiştiriyor.
Yolculuk sırasında insanla karşılaştığı her sefer, onlardan daha da uzaklaşmış olduğunu anlıyoruz gözlerinden. Filmin sonunda vardığı minik kentte ona insan olduğunu hatırlatan deneyimlere rağmen (sevgi dolu bir kadın, sıcak bir banyo, temiz kıyafetler, tabak çatal kullanmak, müzik, onu Moskova'ya götürecek tren gibi)
günler sonra ilk kez kemanının kutusunu açtığında tundrada esen kar fırtınalarının sesini duyup tekrar kapattığı can alıcı sahneyle film çözülüyor ve kahramanımızın yaşam araçları yer değiştiriyor: hayattaki olmazsa olmazı kemancının yerini atı alıyor ve trenin tersi yönüne, bedeninin asıl ait olduğu yere, vahşi hayata geri dönüyor.

Filmdeki yolculuğu iki katmanda inceleyebiliriz: İlki, dünyanın ortasında vahşi doğada hayatta kalmaya çalışan insanın dışardan gördüğümüz hikâyesi ve ikincisi de bu insanının, özündeki hayvana doğru soyunduğu sembolik iç yolculuğu. İç yolculuğun detayları gayet iyi düşünülmüş. Filmin yapım aşamasıyla ilgili küçük belgeselde yönetmenin, filmi çektiği yerle karşılaşmasıyla senaryonun birçok yerini bir gecede değiştirdiğini itiraf etmesi, yolculuğun etaplarının neden bir bütün olarak değil de parça parça anlaşıldığının göstergesi.
Bartabas, aslında tecrübeli bir at terbiyecisi. Bu özelliği, yani atlarla iletişim kurabilme yeteneği, hiç de ait olmadığı Doğu topraklarını bir Batılının klişe oryantalist bakışıyla görmektense bu topraklarla 'sahici' bir ilişki kurmasına yarıyor. Başka bir değişle atlarla iletişim kurabilmesi, doğayla ve kendi türünden başka türlerle, başka dünyalarla de iletişim kurabilmesi anlamına geliyor.

Fakat filmde yolculuğun somut kurgusunda eksiklikler ve kopukluklar bulunuyor. Hapishaneden kaçmış bir mahkûmun, onu arayanların elinden nasıl kaçtığı her zaman açık değil. Aynı şekilde bazı aksiyon sahnelerinde de mantık hataları mevcut.
Eğer film, giderek daha mistik veya fantastik bir dile yönelseydi bu tür devamlılık aksaklıkları kabul edilebilirdi fakat film dilinde böyle bir dönüşüm yok. Yönetmen kendini, filmin iç dünyasındaki mistik, ateşli ve vahşi değişimin çekiciliğine fazlasıyla kaptırmış ve yönetmen olmanın dışında izleyici olmayı unutmuş. Aynı biçimde, filmdeki hikâyenin bilerek vurgulanan kimi mistik temaların dışındaki birçok kısım, üzerinden aceleyle geçilmiş hissi uyandırıyor ve bu da insana aslında Chamane'ın, iyi bir kısa film olacakken yanlış bir kararla uzun metraj çekildiğini düşündürüyor.

Kahramanın kemancı olması (yönetmenin, çekim belgeselinde belirttiği gibi) entelektüel dünya mensubu olduğunu anlamaya yetmiyor. Bir entelektüel olduğunu kabul ettiğimizde ise ata, doğaya, alışkanlıklarını hayatta kalmak için değiştirmeye, şaman öğretilerini benimsemeye yeterince zaman harcamadığını farkediyoruz. Başka bir değişle, filmin yönetmene heyecan veren kısımlarına çok çabuk geçiliyor; böylece filmin ana teması olan dönüşümün en önemli bölümü olan 'geçiş noktaları' biraz atlanıyor.

Bu, yönetmenin filmini izleyici bakış açısından göremediğini dolayısıyla da olgunlaşmamış bir dili olduğunu gösteriyor.




Kaleme alan: Talebe Gökçe Deniz Balkan
Çalıştıran: Öğretmen Ekin Dedeoğlu

No comments: