Tuesday 9 October 2007

30.09.2007 – 01.10.2007






On buçuk gibi kalktık The Bratsch dinliyerek sallandık.
14:00 gibi bir trenle Munich’e gittik. İlk çıktığımız caddede sadece türk dükkanlar vardı: kebapçılar, düğün salonu, kıyafetçi, telefoncu vs. garip bir durum. Sonra büyük gürültünün olduğu yere vardık. Kocca bir panayır alanı, çok çok büyük. Çoluk çocuk bir DÜNYA insan. Bir sürü lunapark makinası: korku tüneli, fantastik tünel, rollercoasterlar, vahşi dönme dolaplar, korkuç ve çekici. Herşey çok ve dolu ve fazla büyük geldi bana girdiğim anda. Önce tuvaletleri bulduk sonra 3000 kişi kapasiteli 7, 8 bira çadırından hangisinde içelim diye fütursuzca ona buna girip çıktık. Oturmadıkça bira içilemiyor. Sonunda Löwenbräu‘nun çadırında birilerinin yanında yer bulduk oturduk. İçerdeki 3000 insan da olağan üstü sarhoş, herkes çıldırmak için kıçını yırtıyor ve kıpkırmızılar, ordan burdan bilmemne kadara aldıkları geleneksel kıyafetler, üstlerine bira dökülsün kusmuk olsun diye var. Çok güzel! Çadırların tam ortalarında yüksekte sahne mahiyetinde bir yer var ve orda bando müzik yapıyor, o marş senin bu marş benim çalıyorlar. Biralar 1lt geliyor ve tanesi 8 Avro. İnsanlar hep bir ağızdan tüm şarkıları söylüyorlar detone olmaksızın. Önce, ‘eğlenebilmek için tüm bu şarkıları bilmek gerek ben bilmiyorum ki’ dedim, kalabalıktan ürkmüş olacağım çünkü ikinci litreme geçtikten sonra bir anda şarkıları söylemeye, masaların üstüne çıkıp oynamaya ve herkes gibi üstüme döke döke bira içmiye başladım. Birsürü insanla tanıştık, Hollanalı pastacı bir adam, polonyalı şehla sarhoş kız, brezilya asıllı alman çocuk, Bask İniaki...
22:30’da bitiyor içki servisi, sonra çıkılıp Munich meydandaki barlarda devam ediliyor ama tam tüm grup toplanmış gidecektik ki herkes kayboldu. Durup birşeyler yiyelim dedik, işte bu kısmı hatırlamıyorum ama Ekin’in anlattığına göre aldığım snitzelli sandviçin üst ekmeğini yere atıp üstüne basmış, sonra da snitzelden iki ısırık alıp gerisini de yere fırlatmışım. Yapıyorum böyle vahşilikler, henüz bilmiyorum neden.
Sonrasında beni ben yapan alkol, ilk girdiğimde binmeye kesinlikle çekindiğim o aletlere doğru koşturdu. Önce komik korku tüneline girdik kahkahalarla sonra da rollercoaster. Ben daha devam ederdim ama Ekin kusunca etmedik döndük Augsburg’a. Ama o anlamsız kalabalık içime yer etti aklım kaldı, bitmeden bir kere daha gitmek için ateş yanıyor midemde...
Gece 02’de evdeydik, uyuduk, sabah 11’de kalktık, yorgun ve aylak gezdik. Çok güzel bir kilise daha gördüm, 825. yılını kutlayan St.Peter Amperlach kilisesi. İçi çok minimalist ve çok dikkatli bir biçimde restore edilmiş, kilise için özel sandalyeler tasarlamışlar örneğin, arkalarında ilahi kitabını koymak için cep kısmı, ceket asmak için minik bir askısı olan, üzerine uzun bir keçe parçası konarak sıra haline gelebilen başarılı tasarımlar. Saat yadiye kadar yorgun yorgun dolandık orda burda, aklımızda geri dönüp sarılıp uyumak vardı. Trama binip şehrin biraz dışındaki Euroline otobüs duraklarının olduğu yere gittik, farkettim ki ikea da ordaymış. Yarım saat otobüsü bekledik. Sonra Ekin binip gitti, gelirken edindiği arkadaşlarını yerli yerinde bulunca gülümsedi. Ben de kararmakta olan alacakaranlık kılıklı havada ıssız ıssız tramvay durağına yürüdüm. Makinadan bilet alamıyınca, dar kotu üzerine bol bir hırja giymiş, elinde bir kitap tutan alman kızdan yardım istedim, konuşmıya başladık. Hoştu va şekerdi. Fotoğraf ikinci senede okuyormuş. Minyondu, suratı yuvarlak ağzı genişçeneydi, gözündeki bilmemkaç derece gözlükler zaten büyük olan açık mavi gözlerini daha da kocaman gösteriyordu. Sakin ve tatlı bir sesle konuşuyordu, nerde kaldığımı, neden geldiğimi, yalnız başıma kalıp kalmadığımı sordu. Ben de ona ne tür fotoraflar çekmekten hoşlandığını sordum, portre çekmeyi seviyorum diyeceğini önceden tahmin ettim ama cevabını bitiremeden inmesi gerekti, inerken cevap vermeye devam etti, kapı önünde kapanırken de ‘Crazy things!’ deyip bitirdi cevabını.Arkasından baktım acaba nereye gidiyor diye, sevgilisine olabilir mi? küçük ama? Kapalı bir kıyafet dükkanının vitrinine birkaç saniye bakıp yürümeye devam etti. Floresan ışıklı karamsar tram ilerledi..

Akşama, bir anda yalnız kalınca dank etti. Çarpıntı başlar gibi olacaığını hissettim, alkol dedim alkol herkese iyi gelen bir insan. Güliz’le çıktık, keşfettiğim barlar sokağına gidip iki bira içtik. Gittiğim ülkenin barlarında alkol almak bana iyi gelen birşey, sanki beni ona, onu bana yaklaştıran ve alıştıran şey. Konuştuk, her yerde duvar gibi karşımıza çıkan türklere sürünmeden geçmiye çalışarak çünkü kendileri barlara gidip kola içen cinsten.Yarın sabah erkenden okula gitmece...Bu arada saçlarım uzuyor.

1 comment:

gdb said...

aaa bunları şimdi okumak öyle komik ki!
yapmamıştım daha evvel. o benim bar dediğim yer, Augsburg'da kaldığım süre boyunca tüm sabah kahvelerimi ve çoğu öğle-akşam sandviçlerimi aldığım POW WOW CAFE'nin bizatihi kendisi!
hahahaha